1 Aralık 2014 Pazartesi

#SeçimBarajıKaldırılsın + #EvetHayırOylaması

Biliyorsuñuz, %10 barajı, 1982 Darbe Anayasası'yla, sözüm ona istikrâr olması ve terör örgütü uzantılarınıñ meclise güyâ girememesi bahânesiyle konulmuştu. Barajıñ istikrârla alakasınıñ olmadığı, 1977 seçimlerindeki giren parti sayısınıñ azlığından ve 2002 öncesi koalisyon hükümetiniñ durumundan añlaşılabilir. Ayrıca terör örgütü uzantısı olan parti baraja rağmen meclise girebilmektedir. 32 yıldır duran bir kamburdur bu uygulama.

Birden nasıl olduysa dün, Anayasa Mahkemesi Başkanı Hâşim Kılıç, 2-3 hafta içerisinde %10 séçim barajınıñ hak ihlâli olduğuyla ilgili kararı vérebileceklerini, vérilecek kararıñ 2015 séçimlerini de hemen étkileyeceğini bildirdi. [bkz: AYM'de baraj hamlesi - Hürriyet]

2015 séçimine bu kararıñ 67. madde 7. fıkraya rağmen nasıl uygulanacağı tartışmalarını [bkz: o tartışmalar] veya Anayasa Mahkemesi'niñ neden bugünü beklediği sorusunu bir yana bırakırsak; barajsız séçimiñ gerçekten demokrasi açısından çok yalıñ bir ileri adım olduğunu görmek bence çok önemli.

Bunu sırf muhâlefet partileri veya meclise giremeyen küçük partiler için söylemiyorum. Muhâfazakar séçmen için de bu bir fırsattır. Çünkü muhâfazakâr séçmen istikrar yaratacak bir alternatif olmadıkça bağrına taş basıp oylarını AKP'ye vérebilme çâresizliğine sâhip (muhâlefet partileri sağ olsun!!).

Bu arada, barajsız dénilmesine aldanmayıñ ve -bazıları için diyorum- korkmayıñ. Baraj kalksa da doğal bir "baraj" hâlen olduğu için sanıldığınıñ tersine kaotik/tehlikeli bir düzen değildir. Aşağıda ayrıntılarını véreceğim.

***

Öncelikle öngörülerimizi yapıp konuya yeñiden dönelim: AKP, CHP, MHP ve HDP/DBP'niñ oy oranları bayağı değişecek. Burası bélli. CHP'niñ iç muhalefeti nedeniyle oyunuñ düşeceğini öngörebiliriz kolaylıkla. Bence MHP'niñ güç belâ topladığı milliyetçi oylar dağılabilir, ancak AKP'ye kaptırdığı oylar géri gelmez sanırım. HDP/DBP'niñ Cumhurbaşkanlığı séçiminde aldığı oyları göreceğini sanmıyorum. Meclis dışındaki partilerden 3-4 tanesi kesin girecektir: HEPAR, İşçi Partisi, Saadet Partisi, HÜDAPAR, belki bir tane daha. Tarhan'ıñ kurduğu partiniñ %1 bile alacağını sanmam ancak belki Tarhan'ıñ kendisi meclise girer.

Tamam şimdi, bu öngörüleri bir kenara bırakalım çünkü önümüzdeki aylar içerisinde çok şeyler değişebilir, ne olacağı bélli olmaz. Ancak asıl tartışılacak şeylerden biri, barajsız séçimiñ biçimi ve usûlü olabilir. Benim idealim EVET-HAYIR oylamasıdır.

Bu arada, Türkiye târihinde barajsız séçim 1960-1977 dönemindeki séçimlerde yapılmıştı. Herkesiñ savunduğunuñ tersine, yalñızca 9 parti meclise girebilmişti, oysa "20-30 parti girecek, kaos ortamı olacak" déniyordu. Démek ki kazıñ ayağı öyle değilmiş. Bu séçimde de girecek parti sayısı iki eliñ parñaklarını geçmeyecektir eminim.

***

Barajsız séçimlerde de meclise giremeyen oylar oluyor. Çünkü aslında "baraj" olmaması, %0 baraj añlamına gelmez. Doğal baraj, aslında 1 milletvekili çıkartabilmektir.

Dikkat ediñ: 1 milletvekili çıkarmak, oy sayısına değil oy yoğunluğuna bağlıdır!

Bunu kabaca örneklendireyim. 40 milyon séçmen var, 85 séçim bölgesinde 550 vekil séçilecek. Kabaca her milletvekili 72000 séçmenden oy alıyor. Bu durumda 1 vekil çıkarmak için 72000 séçmen gérekir, ancak yétmez! Çünkü bu 72000 séçmeniñ tek bir séçim bölgesinde olması gérekir.

Kısaca bir parti, Türkiye'deki her séçim bölgesinden -atıyorum- tek tek 50 000'er oy toplasa bile, ve böylece toplamda 4 milyon oy (%10) alsa bile meclise giremeyebilir!!

Tabii böyle uç bir durum hiçbir partiniñ başına gelmeyecek, çünkü bu kadar eşit dağılımlı oy alañ parti olmaz. Ancak démek istediğim, bir parti %3 aldı diye barajsız séçimde meclise girecek démek değildir. O aldığı %3 oyu öyle bir almış olmalı ki, Türkiye geñelinde topak topak toplanmış olmalı, homojen olarak yayılmış değil.

Bu durumda barajsız séçimde kimleriñ getirisi kimleriñ götürüsü olur, görmek pék güç değil.

***

Benim séçim ile ilgili idealim, barajıñ kalkmasıyla sınırlı değil:

  1. Parti içi diktatörlük kaldırılmalı: parti il ve ilçe örgütleri kendi adaylarını kendi bélirlemelidir.
  2. Parti merkezi, büyük kentlerde Türkiye milletvekili adayı çıkarabilmelidir.
  3. Oy pusulasında partileriñ değil, adaylarıñ adı yazılmalıdır; adaya oy basılmalıdır.
  4. Oy pusulasına yalñızca EVET değil, ayrıca HAYIR damgası da basılabilmelidir.


Soñ maddeyi açayım.

Séçmen oy kabininde iki damga bulacak. Oy pusulasındaki eñ çok istediği adaya bir EVET, hiç istemediği adaya ise HAYIR basacak. İsterse yalñızca EVET veya isterse yalñızca HAYIR basabilir veya boş pusula atabilir. Böylece adaylarıñ "EVET eksi HAYIR" ile bélirlenen salt oyları hesaplanacak ve eñ az bir EVET alañ adaylar arasından eñ çok salt oy alan adaylar vekil séçilecek.

Bunlarıñ ayrı ayrı añlamları var. Eğer bir aday çok fazla HAYIR oyu alıyorsa séçilmesi zorlaşır, o yüzden daha uzlaşmacı adaylarıñ öne çıkması gérekecek. Ayrıca EVET oyu basmayıp yalñızca HAYIR oyu basmak, "bu adaylarıñ hiçbiri beni temsil étmiyor, ancak şu aday kesinlikle meclise girmemeli" añlamına geleceğinden séçmeniñ düşüncelerini daha çok yansıtır. Boş oy atmak ise "ben karışmıyorum, siz kendi arañızda añlaşın, baña giren çıkan yok" añlamına gelir. Yalñızca EVET oyu basmak ise "Benim adayım budur, diğerleri de düşmanım değildir" añlamını taşır.

Bunlar sağlandığı durumda, gerçekten séçimler çok daha uzlaşmacı ve demokratik olur. Uçuk ideolojiler meclise giremez ancak kimseyi rahatsız étmeyen kendi hâlindeki azınlık oyları da mecliste temsil édilir.

***

Şimdi, Anayasa Mahkemesi'niñ kararını bekleyeceğiz. Ardından TBMM, hak ihlâlini kaldıracak bir düzenleme getirmek durumunda kalacak.

Yukarıda söz éttiğim uzlaşmacı düzeni getireceklerini sanmam tabii, ancak eñ azından bir soñraki yasama dönemlerinde bu tür düşünceleriñ yasalaşması için daha az engel kalmış olur.

27 Eylül 2014 Cumartesi

İmeceli ve Üleşimli bir ağ yérliği Yönetimi

Bu yazıda, herhangi bir ağ sayfasında imeceli ve üleşimli bir yönetimiñ nasıl olması gerektiğini ve bunuñ nasıl uygulanabileceğini tartışacağım.

Önce terimlerde uzlaşalım.

İmeceli dérken, bir topluluğuñ bireyleriniñ uyumlu ve eşit katkılarıyla, belirli iş bölümleri yaparak ortak bir amacı çekip çevirmesi durumundan söz édiyorum. Buna köylerde rastlamak olanaklıdır. Kentlerde yaşayanlar ise bunu sanırım ilkokul kitaplarından anımsayacaktır. Bu kavramıñ Latincesi collectivus olup Türkçeye Fransızcadaki collective sözcüğünden kolektif olarak geçmiştir. İngilizceye de Fransızcadan collective olarak geçer.

Üleşimli dérken ise işleriñ herbiriniñ birey bazında paylaşılmış yetkiyle yapılmasını kast ediyorum. Yânî, topluluğuñ hiçbir bireyiniñ herhangi bir yétkiye sahip olmayacağını ancak bir yétkiniñ birkaç kişiniñ toplamıyla uygulanacağını añlatmak için bu sözcüğü seçiyorum. Bu kavramıñ adı hiçbir dilde yok, ancak kavramıñ kendisi ara sıra uygulanmaktadır. Örneğin bazı yönetimlerde veya bürokratik işlemlerde bazı şeyleriñ "ikili imzâ" ile yapılması, buna örnektir. İmzâ sahipleri ayrı ayrı hiçbir işlem gerçekleştiremez ancak ikisi imzâ attığında o iş gerçekleştirilir. Derneklerde veya öğrenci topluluklarında banka hesapları için ikili imzâ yapılması çok yaygındır. İşte bu örneklerde yétki iki kişiye üleştirilmiştir.

Kısaca; imece, "iş bölümü" ile ilgili iken üleşim, "yétki bölümü" ile ilgilidir. Örneğin alt-üst ilişkisiniñ olduğu hiyerarşik bir düzende imece olabileceği gibi, tersine imece bulunmayıp üleşim bulunabilir.

Ayrıca bélirtmek isterim ki, üleşimli ve imeceli bir yönetim asla anarşik değildir. Hatta anarşizmiñ tam tersidir. Çünkü anarşizmde her birey tek başına yétkilidir ve bu yétki herkeste bulunur. Oysa imeceli ve üleşimli bir yönetimde anarşizm kesinlikle gerçekleşmez. Çünkü bireyler tek başlarına hiçbir yetkiye sahip değillerdir, üstelik, imeceli ve üleşimli bir toplulukta yönetim diye bir düzen bulunmaktadır.

Yazı, iki bölümden oluşuyor: Kuram ile Uygulama. Birinci bölümde böyle bir yönetimiñ uyması gereken ilkeler tek tek ancak öz olarak irdelenecektir. Ardından ikinci bölümde bu ilkeleriñ uygulanması için neleriñ yapılacağı tek tek añlatılmıştır. Doğrudan uygulama kısmıyla ilgilenenler kuram kısmını atlayabilir, ancak düşünce olarak iknâ olmayanlar Kuram bölümündeki ilkeleri okuyarak yazıya başlasa daha yararlı olur.

Uygulama konusundaki beyin fırtınasında bulunan kuytukose.com eski üyeleri lake of the helldeadcalindocilis; turkcesivarken.com üyesi Bi50likdaha arkadaşlarımı anmak isterim. Çünkü bu yazı, aslında imece bir tartışmanıñ eseridir. Hepimiz bağımsız olarak bu fikirlere varıyorduk ancak Uygulama kısmını anca bir beyin fırtınasıyla aşabilirdik. Nitekim tartışmalarımız sürmektedir. Ben burada daha çok kendi savunduğum ancak tabii ki o tartışmalarda ortaya çıkan uygulama tercihimi añlatıyorum.


Kuram ve ilkeler.

İşiñ felsefesini tam añlamıyla tartışmayı başka bir yazıya bırakacağım. Burada daha çok ilkeleri tanıtıp üzerinde birkaç söz söyleyeceğim. Dileyen doğrudan mâvi başlıklarıñ olduğu aşağıdaki Uygulama bölümüne atlayabilir.


Üleşimli yétki ilkesi.

Bu ilkeye göre; hiçbir üye, tek başına bir yétkiyi kullanamamalı. Bir yétkiniñ bir iş için kullanılabilmesi, anca birden çok kişiniñ imzasıyla olanaklı olursa hem hiçkimse yétkili olmamış olur hem de yétki gerektiğinde kullanılabilir olur.

Örneğin "şu yazınıñ silinmesi" söz konusu olunca eñ az 2 (geñellikle 3) kişiniñ birden "evet silinsin" démesi gerekir. Buna yétkiniñ üleşilmesi veya paylaşılması dénir. Yânî 3 kişi anca 1 yétki étmektedir.

Bir yétki, ne kadar çok kişiye üleştirilirse, o yétkiniñ kullanılmasınıñ soñuçları o kadar uzlaşılmış soñuçlar olurlar. Ancak unutulmamalıdır ki kullanılabilmesi de bir o kadar güçleşir.

Örneğin tüm topluluğa üleştirilmiş "yazı silme" yétkisi, yazınıñ silinememesine neden olabilir, nitekim bir kişi illâ ki imzâ atmayacaktır. Oysa daha küçük bir alt topluluk bu konuda uzlaşmaya varmaya daha yatkındır. Bu dengeyi sağlamak, diğer ilkeleri sağlamaktan geçer.

Uygulama kısmında añlatacağım üzere, bu uzlaşmaya varması gereken alt topluluk; ana topluluğuñ içinden rastgele séçilerek ve yalñızca tek kullanımlık olarak oluşturulursa hem karakteristik bir uzlaşma hem de yétkiniñ hızlıca kullanılması söz konusu olur. (bkz. Uygulama » 1. Rastgele séçilmiş tek kullanımlık kurul)


Açık yönetim ve kapalı oy ilkesi.

Bu ilkeye göre; yönetimsel tüm kararlar ve tartışmalar, tüm üyelere açık olmalıdır. Gizli yapılan hiçbir tartışma, karar veya müdehâleniñ meşrû bir tabanı olamaz. Bu yüzden yönetime özel bir tartışma alañı veya kurul alañı vérilmemelidir. Ancak bu ilke, oy kavramını her zaman kapalı olarak şart koşar. Hangi kişiniñ hangi oyu attığı, hangi kararda ne düşündüğü bilgisi hiçbir zaman kendisi dışındaki kişilere paylaştırılamaz.

Örneğin, Uygulama kısmınıñ ilk altbaşlığındaki Rastgele séçilmiş tek kullanımlık kurul'uñ oyları ve kimlikleri gizli olacak ancak vérdikleri karar tüm üyelere duyrulacaktır. Böylece açık yönetim ilkesi ve kapalı oy ilkesi bir arada sağlanmış olur.


Güçler ayrılığı ilkesi.

Bir düzende üç erk bulunmaktadır: yasama, yargı ve yürütme. Bu erkler birbirine bağlı olamazlar. Ancak unutulmamalıdır ki bu erkler ancak ve ancak tüm topluluk üyelerinde birleşebilir.

Örneğin, Uygulama kısmında añlatıldığı üzere, Yürütme erki bir sitede yazılımıñ kendisi olursa, zaten Yürütme ile diğerleri ayrık olur. Öte yandan yasama yapan kişiler, yânî kuralları koyan kişiler, kendileri yargılama işini üstlenemez. Bu, rastgele seçilmiş tek kullanımlık kurul yönteminde ister istemez ayrışık bir yasama ve yargı olmasını sağlar. Yoksa ikisi ayrık alt topluluklardan seçilmelidir.


Öndersizlik ilkesi.

Önderli veya sahipli yönetimlerde -isterse sembolik olsun- her zaman önderiñ zaafı topluluğun kamburu olacaktır. Herkes, tek başına yetkilendirildiğinde veya etki gücü topluluğa ulaşacak kadar fazla olduğunda kendi kişisel zaaflarına yenik düşer. Bu kişioğlunuñ doğal bir özelliğidir. Bu yüzden önderiñ bulunması aslında topluluğuñ bir zaafıdır. O önder gitti mi topluluk kaosla karşılaşır. Oysa baştan öndersiz bir düzen oturmuşsa sorun olmayacaktır. Buna yargı sistemini örnek verebiliriz.

Yargıda önderler yoktur. Kararı, her hâkim, keskin çizilmiş kurallara uygun olarak tek başına ve kimseniñ etkisi altında kalmadan kendi özgür vicdânı ile vérir. Hâkimiñ uyması gereken bir hiyerarşi bulunmaz. Başka bir örnek de temsilci meclisleridir. Bu meclislerde eğer parti diktası yoksa, milletvekilleri kendi özgür iradeleriyle yasama işini yaparlar. Tabiî ki Türkiye'de TBMM'niñ üyeleri halk tarafından değil parti tarafından aday yapıldığı için ve seçimlerde vekillere değil partiye oy verildiği için TBMM, gerçek bir temsilciler meclisi sayılmaz. Partiler meclisidir.


Kişisel bilginin gizliliği ilkesi.

Üyeleriñ özel iletileri gizli tutulmalıdır. Geñelde site sahipleri, véri tabanına érişim yapabildiği için teknik olarak özel iletileri okuyabilir. Okuyanları da kesin vardır. O yüzden bunuñ engellenmesi için gerekli önlemler alınmalıdır.


Uygulama.

Buradaki sözü edilen uygulama, olabildiğince basit bir versiyon olması için tasarlanmıştır. Ayrıca ne kadar basit o kadar sağlam olur düşüncesiyle hareket édilmiştir. 

1. Rastgele seçilmiş tek kullanımlık kurul.

Uygulama kısmınıñ temeli burasıdır. İlkeleriñ birçoğunu sağlar ve aşağıdaki uygulamalarla da açıkları eñ aza indirgenir.

Yönetimsel işleri gerçekleştirebilmek için bir kurul oluşturulur. Bu kuruluñ üç ana özelliği bulunur:
- yalñızca tek bir göreve özgü oluşturulması,
- rastgele seçilmiş üyelerden oluşması,
- olumsuz kararın anca oy birliğinde verilmesi.

Kuruluñ amacı, herhangi bir karar için toplanıp olayı hükme bağlamaktır. Örneğin "bir yazınıñ silinmesi", "bir yazınıñ taşınması", "bir üyeniñ kovulması", "bir üyeniñ alımı", "bir uzman/bilirkişi seçilmesi", "bir kuralıñ belli bir şekle değişmesi", "bir oylamanıñ yapılması" gibi her türlü şeyi karara bağlamaktır.

Kurul, hiçbir zaman kalıcı olmamalıdır. Bir karar gereksinimi olduğunda sıfırdan bir kurul oluşturulur ve karar verildikten sonra o kurul dağılır. Bir soñraki kararda ise yeñi bir kurul oluşuturulur.

Kurul üyeleri, kararı verebilecek üyeler arasından tümüyle rastgele seçilir. Bazı uzmanlık gerektiren kararlarda kuruluñ seçileceği alt topluluk söz konusu olabilir, ancak bilgi açısından herkesiñ yapabileceği bir durumda her zaman üyeleriñ tümü üzerinden rastgele seçilmelidir.

Seçimle değil de rastgele yapılmasınıñ getirilerini saymak gerekirse,

- Seçim olsaydı, soñuç, kişileriñ kişisel özelliklerine bağlı çıkardı. Oysa biz, zaten işi yapabilecek kişiler arasından işi yapması için herhangi birini istiyoruz. Karizmatik olanını, yakışıklı olanını, adı güzel olanını değil.

- Rastgele olması, her seferinde topluluğuñ karakteristiğini yansıtacak kararlar olacağı añlamına gelir. Buna istatistikte Monte Carlo yöntemi dénir. Örneğin bir fonksiyonuñ integralini hesaplamak için tüm değerlerini tek tek alıp toplamak bilgisayar için olanaklı değildir. Oysa rastgele yeterli sayıda değeri toplamak olanaklı olup soñucu oldukça iyi bir duyarlılıkla vérir. Bu sâyede, fizikten biyolojiye, sosyolojiden ekonomiye birçok alañda gerçek duruma uygun beñzetimler (simülasyonlar) yapılabilmektedir. Burada da aslında rastgele kurul oluşturarak, tüm topluluğuñ gerçek karar añlayışını beñzetimliyoruz (simüle édiyoruz). Bu yüzden istatistiksel olarak sağlıklı bir yöntemdir.

- Olumsuz kararıñ anca oy birliğiyle alınması, aslında çok önemli soñuçlar vérmektedir. Öncelikle bir toplulukta iki tür hareket vardır. Biri, tutuculuk; biri de yeñilikçilik. Bu ikisi her zaman var olur ve gerçekten gereklidir. Bu iki hareketiñ dengede olması gereklidir. Nitekim, belli bir sorunla karşılaşan topluluk, o sorunuñ çözümleri için hem yeñiliklere açık olmalı hem de tutucu olmalıdır. Çünkü yeñilik olsun diye topluluğa zarar vérecek bir şey yapılmamalıdır, öte yandan, yeniliğe de kapalı olmak topluluğa ayrı bir zarardır. İşte olumsuz kararıñ anca oy birliği ile alınması, bu dengeyi sağlayacaktır karar bazında. Çünkü var olan bir durumuñ sürmesi, tek kullanımlık (toplumuñ karakteristiğini yansıtan) kuruldaki bir kişiniñ bile karşı oy kullanmasıyla gerçekleşir. Böylece durumuñ gerçekten sürmesi gerekmiyorsa (veya sürmemesi gerekiyorsa) bir şekilde aynı karar için yeniden başka bir kurul toplandığında belli olacaktır.

Bu kurula atanmış kişiler hiçbir şekilde kim oldukları bilinmeyecek şekilde oy kullanmalılar. Veritabanında hiçbir zaman kimiñ hangi görev için hangi oyu kullandığı tutulmamalı. Belki görev sırasında tutulması gerekir ancak soñra silinmelidir. Bu güvence vérildiği takdirde rastgele seçilmiş üyeler, kendi vicdanlarıyla baş başa karar verebilecektir.

2. Açık kod, kapalı véri

Kodlar, tüm üyelerin denetimine açık olacak. Véritabanı yalñızca kodlarıñ érişimine açık olup hiçbir üyeniñ érişemeyeceği sahipsizlikte bulunacak. Démek istediğim, véritabanına kimse doğrudan érişme hakkına sahip olmamalı. Onuñ yérine yalñızca yazılımda véritabanı érişime açık olmalı.

Bunu yapabilmek güçtür. Ancak véritabanına érişimiñ yalñızca sunucu içerisinden olması sağlanırsa bu gerçekleşmiş olur. Örneğin phpmyadmin érişimi kapatılmalıdır. Böylece véritabanı şifresi bilinse bile bir işe yaramayacaktır.

3. Yürütmeniñ yazılım olması

Gerçek hayatta yürütme erki; bürokratlar, polisler, askerler ve memurlardan oluşur. Oysa sanal dünyada bu tür görevleri kişileriñ getirmesine gérek yok, doğrudan yazılımımız bu görevleri yapacaktır. Örneğin, biri bir yazıyı şikâyet (suç duyurusu) éttiğinde dilekçeyi bir memura vermesi gerekmiyor, bir form doldurup "gönder" düğmesine basması yeterli. Ardından siteniñ yazılımı tek kullanımlık rastgele kurulu otomatik olarak atayacaktır.


4. Yasama ve Yargınıñ ayrılığı

Kuralları koyan kişiyle o kurala göre yargılayanıñ aynı kişi olmaması durumudur. Aynı şekilde bir içerik şikâyet edildiğinde, onu yargılayacaklar arasında şikâyetçi bulunamaz.

Tek kullanımlık rastgele kurullar, birbirinden bağımsız atandıkları için, yasama ve yargı kendiliğinden ayrık olur. Bu yüzden uygulamada kolaylıkla aşılan bir durumdur.


5. Alañ adı ve Barınma sorunsalı

Geldik zurnanıñ zırt dediği yére...

Alañ adı ve barındırma, tüzel bir kişilik olmadığı sürece, bireysel bir aidiyettir. Aslında bir barındırma (hosting) şirketinden bir alañ hizmeti satın aldığıñızda, onlarıñ şirketlerinde bulunan bir bilgisayarda bir alañ ve kullanıcı adı kiralamış oluyorsuñuz. Oradakiler, kiraladığıñız alaña erişebilirler ancak bunu yapmamaları umulur. Bu yüzden zor bir sorundur. Ancak daha önemlisi, bireysel satın alınmış bir alaña imeceli ve üleşimli bir yönetime sahip bir site yapma sorunsalıdır.

Alañ barındırmasını satın alan kişi, diğer üyelerden farksız haklara nasıl sahip olacak? Bu sorunu çözmeniñ bir yolu, véritabanını dışarıdan erişime kapatmaktır (cPanel veya phpmyadmin bile olmayacak). Yalñızca sunucu üzerindeki php kodları véritabanından véri çekebilecek, onu da site için yapacak. Kodlar da açık erişimli olursa denetlenebilecektir.

Bu konu tartışmaya açık bir sorun olarak kalmıştır.

27 Mart 2014 Perşembe

Yolsuzluk+Kışkırtıcılık ile yasadışı Dinleme Suçları

Bugün de bir ses kaydı ve dökümü yayınlandı [1] [2].

Bu kéz, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve TSK Genel Kurmay 2. başkanı Yaşar Güler, Suriye ile savaşa bir şekilde girmekten, Suriye'deki muhalif örgütlere silah ve mühimmat göndermekten ve bunlarıñ ayrıntılarından söz édiyorlar.

Ses kaydı ve dökümü ile ilgili Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamaya göre, diñlemeniñ gerçek olduğu kabul édilmiş oluyor (montaj, düblaj değil). Açıklamada, diñlemeniñ vatan hainliği olduğu dile getirilmiş.

Diñlemeniñ içeriğinde yolsuzluk yok. Ancak Türkiye'yi savaşa sürükleme, komşumuzdaki iç savaşı körükleyip kışkırtma ve komşudaki iç savaşta yanlı olma gibi büyük suçlar var!

Péki, bu diñlemeler de suç mu?

Kesinlikle suç! Nédeni, yasadışı olmaları ve siyâsî malzeme olarak kullanılmaları [bkz: Anayasa 20., 22. ve 25. maddeler ile TCK 132-133. maddeler].

Öte yandan, yolsuzluk, ulusa ihânet, kışkırtıcılık, savaş çığırtkanlığı çok daha büyük suçlardır [bkz: TCK 13, 155, 161, 204-205, 207, 235-236, 239, 245, 247, 250-252, 254-255, 257-258, 266, 282, 302-308].

Benim görüşüm; ikisiniñ de suç olarak éle alınmaları soñucunda, önce AKP dénilen suç örgütünüñ ardından da Hizmet dénilen dérin yapılanmanıñ yargılanması gerektiğidir.

Bir taşla iki suç -aman- kuş, démek istedim.

Soñra sıra irili ufaklı meclisteki diğer suçlulara gelir. Henüz AKP veya Hizmet kadar örgütleşememiş, daha çok bireysel yararcılık yapan birçok muhalefet vekili de bulunmaktadır (hem CHP'den hem MHP'den). Bir de kendi hâlindeyken iki ateş arasında kalan Kürtleriñ adını sürekli ağzına alarak etnik siyâset yapan vekiller bulunmaktadır (BDP/HDP'den).

Önce büyük balıkları yakalamak gerekecek. Bu balıklarıñ yakalanması, Türkiye'niñ başına gelen eñ büyük sınav olacaktır.

Hadi bakalım...


26 Mart 2014 Çarşamba

Üleşik Yönetim Düzeni

Üleşik Yönetim diye adlandırdığım bir devlet düzenini konuşacağım bu kéz. Burada üleşmek "paylaşmak, taksim étmek, eşitçe dağıtmak" kavramını uygun bulduk (yaptığımız tartışmalardan ötürü Osman Onur Öztürk sağ olsun). Çünkü, biraz soñra göreceğiñiz üzere bu añlatacağım düzen, devlet yétkileriniñ yürütme üyeleri içerisinde dağıtılıp suistimâl édilebilecek yétkileriñ bireylerde kalmaması amacını taşıyor. Bu da başbakansız/başkansız bir yürütme érki veya belediye añlamına geliyor.

Baş(ba)kansız déyince, Fransa'nıñ 1795-99 arasındaki yönetim biçimi olan veya bugün İsviçre'nin başbakansız bakanlık düzeni olarak bilinen, Yönetici Düzeni (Directiorial System) gelmesin usuñuza. Benim irdelemek istediğim çok daha başka, çok daha "doğrudan demokrasi" içeren bir düzen.

Nédir?


Yürütme érkini iki düzeyde ele alırsak, başbakanlık ve belediye başkanlığı yérine (Türkiye çapında) üst bakanlıklar ve (il çapında) yérel bakanlıklar düşünüñ. Üst bakanlar, TBMM tarafından séçilirken yérel bakanlar, il meclisleri (bugünkü belediye meclislerine denk) tarafından séçilir olacak.

Bugünkü düzene göre, tüm yürütme érki atamalarla oluşturuluyor. Halk ise yalñızca başbakanı séçiyor (nitekim vekilleri değil, partiyi séçiyoruz!). Tüm yürütmeyi de baştan aşağı o başbakan bélirliyor. Oysa atama yordamlı devlet yönetimi, askerî düzene yakındır. Bu añlayış bırakılmalıdır. Nitekim devlet, artık sivil bir érktir (eski çağlarda değiliz!).

Yérel bakanlar, yéterince çok sayıda olmalıdır. Çünkü Üleşik Düzende, yürütmelik kararları halk ile devlet ortak almak durumunda. Bu da sözcü dénilen bir makamla ve istemci (talep éden) dénilen başka bir makamla olanaklıdır.

Yürütmelik bir sorun söz konusu olduğunda (örneğin bir okul yapılması), sözcü ve istemci dénilen makamlar, bunu yürürlüğe önerecekler. İlgili Yérel Bakanlığıñ herhangi bir yérel bakanı ise, bu öneriyi inceleyecek ve karara varacak. Bu karar, istenirse başka yérel bakanlara başvurularak uzlaşmak için üst bakanlığa aktarılabilir. Bir bakıma mahkemeler gibi; tek ayrımı, yargı kararı yérine yürütme kararı olması.

İstemci makamı, halktan herhangi biri veya bir sivil toplum kuruluşu veya bir dérnek olabilir. Bir bakıma yargıdaki davacı gibi. Sözcü ise, adı üzerinde, devletin bu sorunla ilgili sözcülüğünü üstlenen bürokrattır, bir bakıma savcı gibi. Bu durumda, beñzetmemiz yérel bakanı hakimle denk tutar. Bakanlar ve sözcüler, ayrıca, Kamu Yönetimi üzerine öğrenim görmüş olmalılar. Bu da hakim ve savcılarıñ hukuk öğrenimli olmalarına beñzetilebilir.

Bakanlar ve sözcüler, bireysel olarak aday olup il meclisince séçilir. İl meclisi, tıpkı bugünkü gibi (belediye séçimleri gibi) yérel seçimlerde oluşturulur. Yurttaşlar, partiye değil adayıñ kendisine oy basar. Bu durum geñel séçimler için de böyledir.

Partiler, siyâsî içerikli dérneklerden başka bir añlam taşımayacaklarından Siyâsî Partiler Yasası, Séçim Yasası olarak değiştirilmiş olacak. Ayrıca seçimler, Borda sayımına göre yapılırsa, adaylarıñ eñ çok oy alıp da çoğunluk diktatörlüğü yapmaları engellenecek, onuñ yérine eñ çok uzlaşılan adayıñ séçilmesi böylece her bireye karşı eşit sorumluluk duyması sağlanacak.

Gerçekçi uygulaması.

Böyle bir düzeniñ gerçekliğe kavuşması da öyle uzak değil bence. Nitekim, bunuñ bir geçiş dönemi olması kaçınılmazdır.

Geçiş aşamasında, adım adım bugünkü meclis, önce parti baskısından arınır. Partiler değil de vekilleriñ kendisi séçim konusu oldukça bakanlıklarda, belediyelerdeki bakan, başkanıñ ve yürütmeniñ başındaki başbakanıñ; yétkileri azaltılacak. Tıpkı Cumhurbaşkanı makamınıñ yétkileriniñ zaman içinde azalması gibi, bu da olacak. Özellikle yolsuzluklar ve ihanetler arttıkça bu, yüksek bir beklenti durumunu alacak.

Yétkileri azalmış olan parti başkanları, belediye başkanları, bakanlar ve yardımcılarıyla birlikte başbakan; artık temsili olarak görüldükleri zaman yavaş yavaş yukarıdaki gibi kavramlar ortaya çıkacaktır. Kısaca yavaş ve deñeme-yañılma yordamlı bir süreç soñunda bu düzene ulaşılabilir. Halkıñ bu konudaki sıklaşan talepleri ise, süreci hızlandıracaktır.



22 Mart 2014 Cumartesi

Borda sayımı: Çok Séçenekli Oylama Düzeni

Türkiye'de yérel séçimlere 8 gün kalmışken séçimleriñ daha uzlaşmacı bir düzeneğe nice érişeceğini tartışmak, kimileri için işten bile değildir. Bu yazınıñ amacı, daha uzlaşmacı olduğuna inandığım bir séçim düzenini konu alacak. Bu oy yöntemine Borda oy düzeni dénir, çünkü 1770'te Fransız matematikçi, doğabilimci ve siyasalcı Jan-Şarl de Borda (Jean-Charles de Borda) tarafından ortaya atılmıştır.

Yérel séçimleri örnek vérmekle başlayalım.

Bilindiği gibi, oy pusulası dénen yaprağa tek bir tercih yapılıyor. Bu, séçmene "kimi eñ çok yéğliyorsun?" sorusunu sormaktır. Ancak bir séçmen için tek yanıt olmayabilir. Nitekim, her kişiniñ görüşü ayrık olup görüşünü temsil édebilecek tek bir aday olmayabilir. Veya daha da karmaşığı; kimi istemediği belli olmasına karşın birkaç aday arasında kararsız olabilir. Özellikle alternatifsizlik durumlarında bu kararsızlık büyük bir séçmen kitlesi añlamına gelmektedir.

Bunu aşmanıñ bir yolu, birden çok séçeneğiñ séçilmesini sağlamaktır. Örneğin Ayhan, Bayhan, Cayhan, Çayhan ma Dayhan diye adaylarımız olsun. Ayhan ile Bayhan ABP'den, Çayhan ile Dayhan da ÇDP'den adaylıklarını koymuş olsunlar, ayrıca Cayhan bağımsız aday olsun.

Diyelim bir séçmen, siyâsî görüş olarak ABP'ye yakın olsa da Cayhan adlı kişiniñ de iyi bir aday olduğunu düşünmektedir, ancak Bayhan'ı da iyi bulmamaktadır. Bu séçmeniñ, şimdiki düzende yapabileceği tek şey, ya bağımsız adaya ya da Ayhan'a oy vérmek olacaktır. Bu da Ayhan (hatta ABP) ile Cayhan arasındaki oyları bölmek démektir. Bir de, adayıñ kendisine değil de partiye oy véreceği için parti içinden, séçmenimiziñ istemediği Bayhan "atanabilir". Oysa, iki adayı da doğrudan séçebilirse "Ayhan ile Cayhan'dan herhangi biri başkan olabilir" démiş olacağından oylar bölünmüş olmayacaktı. Bundan da iyisi, adaya oy vérdiği için, oyu partisiniñ eliyle istemediği bir adaya gitmemiş olacaktı.

Şimdi geliñ bunu bir düzenek hâline getirelim.

Önce iki yordamla karşılaşıyoruz:
  1. Yéğlenen adaylarıñ sırası, veya
  2. Yéğlenen adaylarıñ listesi
istenebilir.

Adayları "eñ sévilenden eñ az sévilene sıralamak", adaylar için bir ağırlık hesabı gerektirecektir. İlk yéğlemedeki (tercihteki) oylar doğrudan toplanır, ikinciler ikiye bölünüp, üçüncüler üçe bölünüp, ..., n'yinciler n'ye bölünüp öyle toplanır (n sayısı burada séçimde kaç yéğleme olacağını bildiriyor). Séçmenler tüm yéğlemeleri doldurmak gereğinde değil (oyların neye bölüneceği tartışmaya açıktır).

Adaylarıñ ağırlıksız listesi olursa bu kéz, böyle hesaplar yapılmaksızın, aday için kaç damga vurulmuşsa o kadar oy almış sayılıp, eñ çok oy almış aday kazanacaktır.

Sıralamalı olan séçim, daha ayrıntılı bilgi véreceğinden bence daha iyidir. Bu sayede, ilk tercihleriñ daha étkili olduğu ancak alternatif yéğlemeleriñ de hesaba katıldığı bir düzen olmuş olur.

Bunu yandaki görselde vérilmiş oylamada görelim.

1., 2., ve 3. tercihleriñ yazıldığı ve altında Borda sayımlarınıñ bélirtildiği görseldeki soñuçlara göre, eğer bu séçim yalñızca ilk yéğlemeler üzerinden yapılsaydı birbirlerine çok yakın oylar almalarına karşın Ayhan, Cayhan ma Çayhan arasından séçimi Çayhan kazanacaktı. Oysa yukarıda söylediğim biçimde Borda sayımı yapıldığında séçimi Ayhan kazanmış oldu. Çünkü Ayhan, ikinci ma üçüncü tercihlerde daha çok yéğlendi, bu onuñ Çayhan'a göre daha çok uzlaşılan bir aday olduğu añlamına gelir!

Çoklu séçim düzenini uygularken kimi güçlükler oluşacaktır. Örneğin oy pusulası adaylarıñ tümünü içerecek bu yüzden biraz büyük olacaktır. Nitekim, yéğlemeleri tek tek yazmak da ayrı bir güçlüktür. İlk yéğlemeyi ikincisinden ayırmak için ayrı damgalar mı kullanılmalı? Yoksa ayrı pusula ve sandıklar mı?

Benim görüşüme göre yéğlemeler için ayrı sandıkçıklarıñ olmasıdır. Bu tabi ki kağıt sayısını yéğleme sayısına katlayacaktır. Ancak zaten sayısal/dijital oylamaya geçilmesini savunmaktayım. Belki de daha ucuz bir yöntem de geliştirilebilir.




15 Aralık 2013 Pazar

Türk, etnik bir topluluk da değildir!

Türk ırkı var mıdır yok mudur ile ilgili bir tartışma başladı. AKP'li vekil, AKP'li olmasına karşın, haklı bir tanım yaptığı hâlde MHP'den tépkiler gelmişti. Ardından ulusalcı cepheniñ bir önderi olan Doğu Perinçek de AKP'li vekiliñ söylediklerini doğrulayan bilgiler vérdi. 

Gerçekten de Türklük bir ırk değildir, dahası etnik bir köken de değildir; Türklüğüñ, daha kapsayıcı veya geñiş bir kavram olduğunu, eñ azından öyle ortaya çıkıp soñ zamanlarda bundan saptırıldığını tartışacağım. Genetik anlamıyla ırk zaten yañlışlanmış bir olgudur, olsa olsa kişioğlu bir ırktır. Tabî bu durum, etnik veya kültürel veya coğrafî kimlikleriñ olmamasını, daha özel olarak Türk kimliğiniñ olmadığını gerektirmez. Bu yazıda, Türk kavramını irdelerken, diğer ilgili kimlikleriñ de ne tür bir konumda olduklarını ayrıca irdeleyeceğim. Özellikle yazınıñ soñ bölümünde Türk kavramınıñ kimseniñ tekeline bırakılamayacak déñli önemli ve gerekli bir kimlik olduğunu añlatacağım, tıpkı diğer kimlikler gibi.

Konuda dalmadan önce, söylemeden édemeyeceğim; AKP'li Yasin Aktay'ıñ tek hatâsı, İsmet Özel gibi Türklüğü İslam'la özdeşleştirip öncesini yok sayan biriniñ sözünü alıntılamasıdır çünkü sözünde doğrudan "Türk ırkı yoktur" diyor, bu da milliyetçileri doğal olarak kızdırıyor; dahası, milliyetçileriñ kendi mensubiyetleriniñ yok sayılması söz konusu oluyor. İsmet Özel'iñ o sözü, tıpkı bir dönem Ülkücüleriñ ve soñrasında Kenan Evren'iñ "Kürt diye bir şey yoktur" türünden sözler démesini añdırıyor, Kürtleriñ de nasıl tépki verdiklerini añımsayıñız. Neyse ki, AKP'li olmasına karşın Aktay, diğer tümcelerinde durumu düzeltmiş, dahası Perinçek'ten de düşünce ma bilgi olarak arka almıştır.

Özüne bakarsañız, soñ birkaç on yılda Türk kavramını etnik bir añlamda kullanmak olağanlaşmış görülmektedir. Oysa sözü édilen etnik topluluğuñ adı Türk değil, Oğuz ya da Yörük veya Abdal'dır. Birileri bence Türklük kavramını kendi tekéline almaya çalışarak başkalarına üstünlük sağlama péşinde benim görüşümce. Oysa Türklük, ne ulusalcılarıñ ne ülkücüleriñ ne de başka bir öbeğiñ tekéline bırakılabilir! Aynı şeyleri Kürtlük için de düşünüyorum: PKK veya BDP gibi "oluşumlar", Kürt etnik kökenini kendi tekéline almaya çalışıp güç élde étmeye çalışıyor (tabî bu başka bir yazınıñ konusu). Özellikle "Kürtler ve Türkler" gibi yañlışımsı ifâdeler sık geçiyor, sanki bunlar kesişmeyen, ayrık iki toplulukmuş gibi. Oysa bir kişi hem Kürt hem Türk olabilir. Belki adam kendini dünya vatandaşı görüyordur?

Konuya dönersek, eñ geñiş añlamıyla Türk, Türkçe konuşandır. Bu tanımı Tarihçi-Türkolog Jean-Paul Roux de aynen bu biçimde vérir [Roux, "Türklerin Tarihi", bét 9]. Ulusalcı Perinçek'iñ bile değindiği gibi, Türkçe konuşan halklarıñ kalıtım/genetik dağılımı oldukça karışıktır, tek bir soya indirgenemez. Dar añlamıyla ise Türk, Cumhuriyeti kuran Türkiye halkıdır. Atatürk'üñ yaptığı bu tanımı biraz daha açmadan önce, geñiş añlamdaki Türk kavramını irdeleyelim.

Tarihte Türk kavramı.


Türk adı, Gök Türkler dışında, 1923 yılına dék hiçbir devletiñ adında geçmemiştir. Osmanlı'nıñ ilk döneminde, Orta Asyadan ve Anadolu Selçuklularından gelen bir devlet olduğu añlaşılsın diye Türk adı, yalñızca dili konuşanları bélirtmek için kullanılmış (Türkî), bir yandan da Marşlarda Türk Milleti olarak geçmiştir. Ardından İmparatorluğuñ soñ dördünüñde Türklük, özellikle orduya oğul véren nüfusu añlatmak için kullanılmıştır. Ondan önce yalñızca etnik adlar olan, Yörük, Türkmen, Abdal gibi tanımlar bulunurdu. Batılılar, Türk sözcüğünü Sunnî-Müslüman kavramıyla eş añlamlı olarak kullanmışlarsa da, Osmanlı için böyle bir déñlik yoktu. Osmanlı'da daha çok "köylü, kaba saba adam" añlamları kaydedilmiştir [bkz. Kâmus-i Türkî].

Osmanlı'nıñ soñ dönemlerinde Fransız İhtilâli'nden yayılan ulusçuluk/milliyetçilik akımı, Anadolu topraklarına da ulaşmıştı. Birtakım Macar tarihçileriñ, sözde Ural-Altay (Turan) ırkı ile ilgili yazılarından soñra Türklüğü bir ırk olarak tanımlamak amacıyla bazı Jön Türkler, Anadolu'da Türk sözde ırkına/etnik kökenine dayalı bir akım başlatmış oldular. Daha soñrasında Cumhuriyet döneminde Hüseyin Nihâl Atsız gibi yazarlar ile Türkçülük-Turancılık akımı iyice géñişleyecek; davalarla bastırılıp marjinal bir topluluk olarak kalınca bu akım, İslâm ülküsü ile birleşip Muhsin Yazıcıoğlu ma Alparslan Türkeş gibi siyasetçiler doğuracaktı. Bu türden siyasetçiler ve ardılları, Devletiñ önemli konumlarında yükselip Türkiye Cumhuriyeti'niñ ilk devlet terörünü uygulatacaktı. Bugün ise Devlet Bahçeli, bu politikalardan kendi kitlesini uzak tutabilmiş görünüyor. Ancak bu kéz AKP hükümeti, bu konuda vardiyayı devralmış, devlet terörünü açıktan, arkasına cemaatleri alarak uygulamaya başlamıştır [bkz. Uluslararası Af Örgütü Gézi Parkı Raporu].

Türklük kavramı tarih içinde birçok kéz değişime uğramış, birçok kéz siyâsî amaçlarla öz añlamınıñ dışına itilmiştir. Örneğin, Türklük kavramı ilk kéz Gök Türk Kağanlığı'nda bir boylar birliğini (konfederasyonunu) bétimlemek için kullanılmıştır [bkz. Çin kaynaklarında 突厥 Tū-jué "miğferliler, çapulcular", Orhun yazıtlarında Türük bodun "Türk/düzenli boylar", Gök Türk-Bizans étkileşimleri. Hunlarda olduğu gibi Gök Türklerde de, Türk dilini konuşan göçebe boylar bir araya gelmiş, birkaç yüzyıl uzlaşı içinde yaşayabilmişlerdir. Orkun yazıtlarında bu durumuñ sağlanmasını türü "töre/düzen, yasa", él "devlet, il/ülke" ve ét- "düzenlemek" kavramlarıyla añlatmışlardır:
Üze kȫk teñri basmasar, asra yagız yér télinmeser, Türük bodun, iliñin türüñün kem artatı udaçı érti? (Üzerinde mâvi gökyüzü çökmezse, aşağıda yağız yér délinmezse, düzenli boylar, devletiñizi, düzeniñizi kim bozabilecekti?) Kül Tégin yazıtı, Doğu yüzü 22. dize.

Zâten, Türük "düzenlenmiş/düzenli" sözcüğü de Ana Türkçe *tür- > tüz- "düzenlemek, düzmek" éyleminden gelir. Burada dénmek istenen, boylarıñ başı boş çapulculuklar yapmaları yérine, tek çatı altında kurulan bir düzene veya töreye girip kendi kaynaklarını oluşturmasıdır.

Kısacası, Bumın Kağan ma İştemi Kağan önderliğindeki Gök Türkler, özellikle göçebe olan boyları birleştirmiş, aralarında etnik ya da ırksal bir ayrım yapmamıştır. Ancak Orkun yazıtlarından añlaşılacağı üzere, Türk olarak anılan boylardan ayrı olarak, içlerinde bulunan Oğuz Béylerine de bol bol seslenilmektedir: 
Türük Oġuz Bégleri, bodun! (Türük [düzenli olan] Oğuz Béyleri [ve] boylar). Kül Tégin yazıtı Doğu yüzü 22. dize.
Türük bégler, bodun! (Türük [düzenli olan] béyler [ve] boylar). Kül Tégin yazıtı Güney yüzü 10. dize.
Otuz Tatar, Tokuz Oguz bégleri, bodunı! (Otuz Tatar [ve] Dokuz Oğuz béyleri [ile] boyları). Kül Tégin yazıtı Güney yüzü 2. dize.
Görüldüğü gibi, tüm örneklerde Türük "Türk, düzenlenmiş" sözcüğü sıfat işlevindedir çünkü bodun sözcüğü bod "boy, kavim" sözcüğünüñ eski çoğul eki -n almış biçimidir, tamlanan éki almamıştır. Bunu, örnek olarak Türük bodunı (Türk boyları) değil, Türük bodun (Türk [düzenlenmiş] boylar) olarak sıfat tamlaması biçiminde yér almasından ma sözcüğüñ kökenindeki añlamından añlıyoruz (oysa Oguz "Oğuz" sözcüğü sıfat değil, hep ad olarak kullanılmıştır: Oğuz Bodun/Bégler değil Oğuz Bodunı/Bégleri). Démek ki Türk sözcüğü, o dönemde gerçek añlamıyla ("düzene girmiş boylar") kullanılıyordu.

11. yüzyıla gelindiğinde ise, Kaşgârlı Mahmud'uñ yazdığı Divânü Lugât'it-Türk (Türk Dilleri Sözlüğü) gibi yapıtları görüyoruz. Bu yapıtta özellikle Türk maddesine baktığımızda Kaşgârlı; Türkleriñ, Tañrı élçisi Nuh'uñ "Türk" adındaki oğlundan geldiğini savunur. Bu adıñ Tañrı tarafından konulduğunu söyler, daha da ileri gidip Türk'leriñ Tañrı'nıñ ordusu olduğunu bildiren isnat zincirini Tañrı élçisi Muhammed'e dayandırdığı bir kut sözü (hadisten) dile getirir. Oysa Türk sözcüğü Gök Türklerden (5.yy) önce görülmez. Ondan önceki oluşumlarda ise Türk dénilen boylardan daha géñiş bir boy birliği kuran Hun, Avar kağanlıkları ve Mançu egemenliğindeki Çin hanedanlığı vardı, ancak bunlar Nuh'uñ oğulları gibi bir soy birliğine dayanmaktan çok uzaktı.


Tarihte Oğuzlar ve Türkler.

Oğuzlarıñ Türk kağanlığında (Gök Türk) baskın bir etnik topluluk olduğunu söylemiştik. Oğuzlarıñ Türk kavramından daha eski oldukları gerçeği ise Türk kavramını aydıñlatmada daha yardımcı olacak bir konudur. Oğuzlarıñ eskiliği, Türk kavramınıñ zaten 5.yy'da oluşması ancak Oğuz adınıñ çok daha eski kaynaklarda bulunması ile açıklığa kavuşur. 

Oğuz adı, Oğuzlarıñ eski bir kolu olan Oğur adıyla aynı sözcüktür. Buradaki /r/ ma /z/ karşıtlığı, Türk dilleriniñ zaten eñ bilinen özelliklerinden biridir [bkz. Rhotacism/Zetacism]. İlk Türkçe başta hiç /z/ ile /ş/ içermeyen bir dilken daha soñra ikiye ayrılıp bir kolundaki /r/ ile /L/ sesleri sırasıyla /z/ ile /ş/ oldu ancak diğer kolda bu değişim gerçekleşmedi. Bu değişimiñ ana étkeni, bu iki koluñ ayrılıp aralarındaki iletişimi yoka düşürmeleridir: R-L Türkçesi konuşan Bulgar Türkleri ilk yüzyıl sıralarında Doğu Avrupaya göç éttiler. Bugün onlarıñ tek kalan torunları Çuvaşlar hâlen bir R-L Türkçesi konuşmaktadır. [Fuat Bozkurt, Türklerin Dili] [Emine Ceylan, Çok Zamanlı Çuvaşça Ses bilgisi] [Talat Tekin, Volga Bulgar Kitabeleri ve Volga bulgarcası] [Talat Tekin, Tuna Bulgarları ve Dilleri]

Bulgar Türklerine, daha doğrusu Ogurlara, Arap kayıtlarında Ġur/Uġur olarak, Avrupa kayıtlarında Ugour/Ogour/Yougour olarak geçer. Bulgar devletlerinde bu ad da geçmektedir: Unogur, Kutrugur ile Utrugur devletleriniñ adları, On Ogur, Tokur Ogur (Dokuz Oğur) ile Otur Ogur (Otuz Oğur) biçimlerinden ses değişimi geçirmiştir. Bu adlar da Türk Kağanlığı içindeki Tokuz Oguz, Üç Oguz, Otuz Tatar, On Ok gibi boy topluluklarıyla beñzer yapıdadır. İlk Oğuz adınıñ ise Çin kaynaklarında geçen Mou-Tun olduğuna inanılmaktadır ancak bu sözcüğüñ Bagatur sözcüğüne denk geldiği daha güçlü bir olasılıktır. Bu yüzden aynı dönemlerde Hunlarıñ savaştığı bir boy olarak anılan Wu-Çi, Hu-Çi, Wu-hu gibi yazılışlarla añılan boy adlarınıñ özünde Oğur sözcüğü olduğu görülür (Çincede heceler ya açıktır ya da /n/, /ng/ ile biter, o yüzden Oğur ya da Oğuz adını yazmak Çincede oldukça güçtür).


Oğuzlar daha soñra Oğuz Yabguluğunu kurup, ardından Selçuklular, Gazneliler, Akkoyunlar, Karakoyunlar gibi devletler kurmuş soñunda Anadolu Selçuklularıyla Bizans'a dayanmışlardır. Oğuzlarıñ Anadolu'ya gelen bölümüne geñellikle Türkmen de denir. Türkmen, "Türk gibi, Türkî, Türk beñzeri" démektir çünkü bir şekilde Türk dénilen boylar topluluğunuñ yöneticileri olagelmişlerdir. Türkmenleriñ bir bölümü Horasan'da kalmışsa da, çoğu Anadolu'ya göçmüş olduklarından Yörük (yürümüş démektir) veya Abdal (Türkmen olanlar içindeki bir Alevî rütbesinden gelir) veya Ahî (Arapça kardeş sözcüğünden gelir) adını almışlardır. Bu adlar özellikle Osmanlı döneminde Sunnî ile Anadolu Aleviliği ayrışmasınıñ başlamasıyla oluşmuş, Osmanlı devlet yapısı tarafından bu gruplarıñ özellikle Alevî olanları dışlanmıştır.


Türkiye Cumhuriyeti'ne varıncaya dék Türk sözcüğü geñellikle köylü olan Oğuz boylarını nitelemek için kullanılmıştır. Çünkü askere alımlar, bu boylar üzerinden gerçekleşir ve nüfus sayımınıñ ikinci nédenini oluşturur (ilk nédeni vérgilendirme gereksinimidir). Askere alınanlar kayıtlar Yörük olarak geçer, ancak Fransız ihtilâli soñrasında Türk diye de añılmaya başlandı.


Fransız ihitlâlinden soñra Fransa'da gelişen akımları takip éden gençler, oraya gönderildiler. Yurda dönenlere Jön Türk (Genç Türk) adı vérildi, nitekim Avrupa Osmanlıdaki Müslüman Oğuzlara Türk adını vériyordu. Jön Türkler, Fransa'dan ithâl éttikleri milliyetçiliği Türk adıyla yaymaya başlarken bu akımıñ doruklarında Macar tarihçilerden aldıkları destekle "Türk ırkından" söz étmeye başlayanlar oldu. Bu da aydıñlar arasında "Türk" veya "Türk değil" ayrımını/yaftasını doğurdu. Bu durum yaygın olmasa da kimilerince hâlen yapılmaktadır ne yazık ki.




Cumhuriyet dönemindeki Türk kavramı.


Cumhuriyet döneminde, Türk kavramında ortaya çıkan sapmalarıñ düzeltildiği görülüyor. Cumhuriyeti kuran Atatürk, ırkçı veya etnikçi bir yaklaşımı yadsıyıp doğrudan "Cumhuriyeti kuran Türkiye halkına Türk milleti denir" sözü ile "Ne mutlu Türk'üm diyene" sözünü Türk kavramını tanımlamak için kullanmıştır. Buna göre, toplum olarak Türkler, kurucu olarak sayılacak tüm topluluklar olarak tanımlanır. bunlar arasında Yörükler, Abdallar, Lazlar, Çerkezler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Rumlar başta olmak üzere Anadolu'da yaşayan tüm etnik topluluklar sayılmalıdır. Bu da "Türk milleti" kavramını bir etnik topluluklar topluluğu yapar. Bugün bu sözüñ biraz değişiği Anayasa'nıñ 33. maddesi olarak çok soñradan eklenmiştir.

Öte yandan birey olarak Türk ise, kendine Türk diyen olarak tanımlanmıştır. Bugün kimi milliyetçileriñ bu sözü kendi tekellerine alıp kendi baskıcılıklarını meşru hâle getirmesi, etnik milliyetçilik yapanlarıñ da bu sözü ırkçı bir añlamda algılamalarına néden olmuştur.



Türk kavramınıñ işlevi.




Şimdi diyeceksiniz ki, mâdem Türk etnik bir köken de değil, kastedilen etnik kimlikler Yörük/Abdal/Türkmen ise, bu durumda Türk kavramına né gerek var? Cumhuriyeti tüm bu kimliklere eşit uzaklıkta, CHP Géñel Başkanı Kılıçdaroğlu'nuñ önerdiği üzere, bir vatandaşlık kavramı üzerine oturtsak?



Gerçekten tüm kimliklere eşit uzaklıkta ve tek bir yalıñ vatandaşlık tanımı oldukça usa yatkın ve çözümleyici bir öneridir. Ancak bunu engelleyen bir şey var: Türk kimliğiniñ gerekliliği. Bu kimlik, özünde kendini Yörük, Abdal, Türkmen, Arap, Kürt, Çerkez, Laz veya Ermeni gibi bir etnik kimlikte hissetmeyip ancak geçmişini de inkâr étmeksizin var olabilmek isteyen kişiler için gereklidir. Tüm sülâlesi, atıyorum, Yörük veya Kürt veya karışık kökenlidir ancak kendisi şehre yérleşmiş, yarı göçebeliği ya da çiftçiliği/hayvancılığı/toprağı bırakmış, üzerinde o tür kimlik izleri taşımayan birçok kişiniñ olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu tür kişiler, işte, kendilerine Türk diyeceklerdir, démektedirler. Bu şekilde mutlu olmakta, ancak buna yapılan bir tehtid algısı olduğunda ise mutsuz olmakta veya öfkelenmektedir. Tam karşılığı olmasa da, Kürtleriñ, ezildikleri için algıladığı büyük tehtid gibi hislere kapılabilir hatta bu yüzden birçoğu Kürtleri añlayabilmektedir.

Soñuç olarak, ırk/etnisite üzerinden siyasetle bir yére varmaya çalışanlar geñellikle kötü niyetli ya da bilgisizdir, ancak geñellikle kötü niyetlidir. Türk'ü tekeline almaya çalışan birtakım milliyetçi kesimleriñ engellenmesi, Türklüğüñ onlardan kurtarılması gereklidir. Ancak bu tek başına gerçekleşebilecek bir olay değildir. Burada kendini Türk olarak görenleriñ, yani Türkleriñ, yanlarına özellikle Kürtleri ve diğer toplulukları alarak, onlarıñ da kimliklerini tekel olmaktan kurtarmalıdır. Bu birlik oluşmadıkça bu ülkeden né Cumhuriyet olur, ne yol olur ne kasaba! :)



Yiñe de güzel bir şey söyleyeyim: Gézi parkı direnişi, ilk bir ayında, gerçekten söz éttiğim türden bir birliğiñ ilk sınamasıydı.

2 Aralık 2013 Pazartesi

YÖK soñrası yüksek öğretim

Bu yazıda Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) 'nuñ kaldırılması durumunda bilimiñ, araştırmanıñ  ve yüksek öğretimiñ geleceği üzerine okuyucunuñ katılmasını umduğum bir düşüncemi işliyorum. Ana düşüncem, üniversiteleriñ özérk/bağımsız olup, yaptıkları öğrenci alımlarında, sınavlarda, kadro alımlarında, yönetim séçimlerinde, yönetmeliklerde ve uygulamalarda bir éşitsizliğiñ olup olmadığını denetlemek amacıyla bağımsız bir yargı düzeneğiniñ kurulması yönündedir.


Özet olsun diye çizdiğim çizelge.


YÖK, 1982 T.C. Anayasası'nıñ 131. maddesiyle taban bulur, ilgili yasa ise 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'dur. Kenan Evren, Türkiye'deki tüm Üniversiteleri tek bir çatı altında toplamakla, darbe öncesindeki öğretim üyeleriniñ haksızca kadro bulması olayına soñ vermiş olacağını söyleyrek gerçekten içimize su serpmiştir(!) Ancak YÖK kurularak başka bir sorun ortaya çıkmıştır: öğretimiñ, araştırmanıñ niteliğiniñ aşırı düşmesi ile bilimcileriñ yétişmesiniñ güçleşmesi.

Bu büyük bir sorundur çünkü yüksek öğretimiñ amacı da bu durumuñ tersini gerçekleştirmek, ülkeyi bilim yapılabilecek bir yére çevirmek, bilimcileriñ yétişebilmesini sağlamak ma bilim dünyasına olabildiğince katkıda bulunmak değil miydi?

Biraz daha somut gidelim. YÖK'ü istemiyoruz, orası bir gerçek. Ancak şimdili düzeni YÖK'ten arındırırken karşılaşılacak direnciñ yalñızca siyasî érkten gelmeyeceği çok açıktır. YÖK'üñ varlığına ve bu düzene bağlı kalmış birçok kişiniñ olduğunu çok iyi biliyoruz. Kalkıp bir gündoğumunda "Durum böyle olduğu üçün YÖK'ü yok étmek zorunda kalmıştır!" dénildiğinde kendi geleceğiniñ tehlikede olduğunu düşünen birçok öğretim üyesi ve memur, bir direnç oluşturacaktır.

YÖK'üñ eñ büyük götürüsü, bilimcil araştırmaları düzene sokacağım diye evrensel olmaktan alıkoymaktır. Né de olsa, bilimcil araştırmalar ülkeleriñ sınırlarınıñ ötesinde olup bağımsız bir tabanda yapılmak durumundadır. Kısacası üniversiteler, özerk olmalıdır, kendi bilim hedeflerini koyabilmeli ve ona göre özgürce hareket édebilmelidir. Bilimsel araştırma kaygısı güden bir ortamda da, siyasetiñ kabadayılık yapmasına engel olacak olanlar yiñe bilimadamları olacaktır. Yalñız, burada büyük bir çatışma var: bilim özerk olacak da, bilimciler özérk olmayacak ki!

Bu, YÖK kalıdırıldığı ânda oluşacak olan bir çatışkı olup başka bir şeyle düzeltilebilir: yargı. Evet, yargı bu işiñ içine dos doğru girmelidir. Üniversiteler, özérk olursa, içindeki bilimcileriñ yañlış işler yapmasını önleyecek, kısaca onları denetleyecek bir düzenek gerekir. O da bir yargı kurumuyla gerçekleşebilir: bağımsız bir yargı kurumu.

Öğrenci, öğretim üyesi, kadrolu çalışan, yönetici alımlarında, yönetmeliklerde, sınavlarda tüm yétki üniversiteniñ ve bölümleriñ olmalıdır. Bu da bilimde özérkliktir zaten. Hemen ilk itirazı duyar gibiyim: "Né yani, öğrencilerini üniversite kendi mi seçecek?". Hem evet, hem hayır! Bölümler, öğrencileri ölçecek ve değerlendirecek ancak bu ölçme ve değerlendirmeleriñ éşitlikçi bir yolla olup olmadığını dénetleyecek.

Kısacası, bağımsız bir yargı kurumu üniversiteleri, T.C. Anayasası'na, insan hak ve özgürlüklerine göre denetleyecek. Sınavlarda bir kayırma, öğrencilere ya da çalışanlara bir haksızlık yapamasın diye her şey denetime açık yapılacak. Onuñ dışında üniversiteler kendi istedikleri hedefleri oluşturup o hedefe yürüyebilecekler.

Bunuñ olabilmesi için yargı kurumunuñ bir tür mahkeme olması gerekmektedir. Şimdiki durumda vatandaşla ile devlet arasındaki davalara bakan Yargıtay, Anayasa ile uyuşmazlıklara bakan Anayasa Mahkemesi, devlet kurumları arasındaki davalara bakan Danıştay ve soñ olarak Askerî mahkemeler yüksek yargı olarak bulunuyor. Ayrıca ticarî davalara bakan ticarî mahkemeler, devlet kurumları arasındaki mâli denetimi yapan Sayıştay gibi birçok mahkeme bulunuyor. 

İşte bunlara ék olarak, Yüksek Öğretim Mahkemeleri kurulmasından yanayım. Bu mahkemeler, bir yüksek öğretim kurumuyla ilişikte olan kişiler arasında ve onlarla muhattap vatandaşlar arasında geçen davalara bakmalı, yüksek öğretim kurumlarını denetlemelidir. Yüksek öğretim kurumları ise, bu denetimiñ sınırları içerisinde özgür olmalıdır, nitekim bu sınırlar da başkasınıñ özgürlükleriniñ doğal sınırlarıdır.

Örneğin, böyle bir düzende ÖSYM diye bir merkez ortadan kalkmış olacağı için bölümlere giriş sınavları ve yérleştirmeler, doğrudan bölümler tarafından yapılacaktır. Dahası, sınavlar eleme yoluyla değil, başarı yoluyla ölçme ve değerlendirme içerisinde olacak, denetiminde ise öğrencileriñ ve üniversiteleriñ oluşturduğu ortam soñucunda gelişen yönetmelikler ve T.C. Anayasası rol oynayacaktır.