4 Ekim 2013 Cuma

Örgütsüzlüğüñ Örgütü: Ağ

Örgütlenmek, her zaman yapay olmamıştır. Geçmişte doğal gelişimler göstererek örgütlenmiş birçok topluluk vardır. Dahası, bunuñ bir kişioğlu topluluğu olması da gerekmez. Çok abartı gibi gelebilir ancak, hücreniñ ortaya çıkmasından 1 milyar yıl soñra oluşan bakteri kolonileri de bir örgütlenme örneğidir gerçekten. Ancak yazınıñ konusu, tabi ki, hücreleriñ örgütlenmesi değil.

Yazınıñ amacı; Gézi direnişinde sokaklara çıkan, ardından semt meclislerine çekilen, ülküdaş olmayan ve çok ayrık veya çelişik görüşleriñ bir arada bulunduğu bir gençliğiñ örgütlenmesi sorununu, değişik bir yönden tartışmaya açmaktır. Bu konuyu irdelerken, géñel ağıñ (internetiñ) direnişiñ örgütsüz olarak ortaya çıkmasına yardımcı olmaktan çok daha ötesine ışık tutacağını göreceğiz.

Yazınıñ soñuç bölümünü şimdiden söylemem gerekirse (spoiler!); geñel ağıñ (internetiñ) bugünkü kullandığı yöntemleriñ, doğrudan Gézi direnişiniñ doğal örgütlenmesi olacağını savunmaktayım. Herkes nasıl bugün geñel ağa hiçbir aracı olmaksızın doğrudan bağlanıp bilgi aktarılabiliyorsa, ileride gençlik de toplu kararlarını, bireyleriñ doğrudan ifâde éttiği düşünceler ile doğrudan alabilecek, diye düşünüyorum. Yazıyı ikiye ayırdım, ilk başlıkta temel bazı doğal örgütlenmeleri, ikinci başlıkta ise onlardan örnekseyerek yapılabilecek bir örgütlenme pratiğini tartışıyorum.

Kimi temel örgütlenmeler.

Girişte de sürekli geñel ağ gibi bir iletişim düzeneğini örnek vérdim çünkü örgütlenmeniñ tabanında gerçekten de iletişim yatar. Buna eñ uygun örnek, yiñe canlı biliminden: karınca kolonisi. Karıncalar, özünde yiyecek bulup yuvaya taşımaya yarayan ufak makineler gibidir. Devriye gézen bir karınca (çöl karıncası dışında!) yiyeceği bulur bulmaz, yuvasına dönmeye başlar ancak bu kéz bir salgı bırakır. Bu salgı, ilginç ancak basit bir biçimde, yiyeceği alma işiyle görevlendirilecek yuvadaki karıncalara yiyeceğiñ olduğu yére dék kılavuzluk éder. Bu iletişim düzeneği ile, aşırı örgütlü olarak, yiyecek yuvaya parça parça taşınır (bkz: packet-switching!). Karıncalarla aynı yapıda olan arılar ise, iletişim için vızıltıları ve havada asılı kalma hareketlerini kullanırlar. İşte, siz bir doğa ortamında yémek yérken başıñıza yakın, gıcık gıcık ve kesikli uçuş yapan arınıñ amacı "yiyecek kokusu alıyorum" démektir.

İlk Kişioğulları'nıñ ataları olan Homo Erectus (benim koyduğum adla: Direlmiş Kişi), bundan yaklaşık 1 500 000 yıl önce birbirleriyle yansıma seslerle konuşuyorlardı. Bunu, bilimciler, onlarıñ bıraktığı kalıntılardaki beyniñ kafatasında yarattığı izlerden söyleyebiliyor. Direlmiş Kişi'lerde topluluk içi iletişimiñ diğer canlılara göre daha yüksek olduğu (örneğin çocuklarıñ ana baba dışındakilerce de bakılması gibi) artık éyi biliniyor. Aşırı doğa koşullarında bulundukları Afrika kırlarından tüm yér yüzüne yayılmalarını sağlayan dayanışma, Kişioğlu'nuñ ilk örgütlenişini sağlam bir iletişim yoluna bağladıklarını gösteriyor.

Yayılmak démişken; soñ buzul çağındaki buzlanmadan yararlanarak Asya'dan Amerika'ya ilk göçen Kişioğlu olan Kızılderilileriñ ataları, bundan yaklaşık 30 000 yıl önce tehlikelerden korunmak için uzakta yaşayan boylara dumanla bilgi aktardılar. Dahası bunu İngilizleriñ Amerika'yı yeñiden bulması dolaylarına dék sürdürdüler. Bundan 10 000 yıl önce ise güvercinlerle iletişim kuruldu. Ayrıca Çinliler, bundan 5000 yıl öncesinden béri iletişim konusunda birçok uygulama yaptı.

Orta Asya'ya geldiğimizde, çok eski tarihlerde (3000 yıl öncesine dék yolu var) Hunları oluşturan boylarıñ ataları, ok ile iletişim kurmuşlardır (bilimciler bunlara Altay boyları adını vérmiştir çünkü Altay dağları dolayında yaşamışlardır). Oka tutturulmuş iletiler bélli uzaklıklarda bulunan hedeflere atılıyor, iletiyi alan diğerine aktararak, çok uzak yérlere ileti hızlıca gidebiliyordu. Bunu yaygın olarak kullanan ve tam bir iletişim ağı oluşturan Moğollar, Hazar deñizinden Japon deñizine, Sibirya'dan Hindistan'a dek olan bölgeyi bu şekilde yönetebildiler, tıpkı daha önce Gök Türk kağanlığınıñ aynı bölgede aynı iletişim yoluyla yaptığı gibi. Anadolu ağızlarında "davetiye, mektup" añlamındaki oku (Eski Türkçesi okıg) ile bugün kullandığımız oku- "yazı okumak" (Eski Türkçesi okı-) sözcüğü de bu yöntemden kalma sözcüklerdir çünkü, çok değil, 15.yy'a dek ok ile iletişim kullanılmıştır.

Bugüne geldiğimizde, "sosyal medya" dénilen ortamda bireysel olarak konuşulanlarıñ birikimi ile ortaya koca bir direnişiñ çıktığını görüyoruz. Daha öncesinde Arap Baharı da bu tür iletişim yollarıyla olmuş, ancak Gézi direnişi gibi barışçıl kalamamıştı. Nétekim, Gézi direnişi bir Türk Baharı olmadı.

Semt/Mahalle meclisleri örgütlenmesi.

Gézi direnişiniñ örgütlenme ayağı olarak gelişim gösteren, başlangıçta Gézi Parkı'nıñ polis éliyle kapatılması soñucu, Türkiye tabanına yayılmak üzere kentleriñ yeşil alañlarında toplanmaya başlayan gençler, şimdi né durumdalar?

Kışıñ yaklaşmasıyla parklarda toplanmanıñ güç olacağı daha gündemde değilken, tartışmalıklarda (semt meclislerinde/forumlarında) başka bir sorun ile boğuşuluyordu: ülkü savaşı. Tartışmalıklar; partileriñ, ülküleriñ, örgütleriñ, dérnekleriñ birbiriyle karşılaştığı ve direnişi kendi yandaşlığına çekmeye çalıştığı bir ortama dönmekteydi. Bundan kıllanan gençler, kışla birlikte toplanmayı nasıl sürdüreceklerini de bir yandan tartışıyor, artık ilk başta amaçladığı, semtiñ yérel sorunlarını konuşamaz duruma geliyordu.

Bu olumsuz ve umutsuz gözüken bétimlemede eksik (olumlu/olumsuz) bir sürü şey daha var. Ancak yazınıñ amacı, bu söylemediklerimi söyleyecek yér bırakmıyor.

Neyse, konumuza dönelim: iletişim.


Kişiler ve aralarındaki iletişimiñ simgesel gösterimi.
Bugün iletişimde eñ sık kullanılan yol, géñel ağdır. Géñel ağda, hiç adı sanı bilinmeyen bir bireyiñ bir yorumu, bir düşüncesi, bir saçmalığı bile birden tüm kullanıcılara yayılabiliyor. Bir düşünceniñ yayılabilmesi için bir yordam (prosedür) bulunmuyor. Kabul édilebilirliği yéterli oluyor. Benimsenmemiş veya yoruma bile değmeyecek düşünceler, élenip gidiyor. Doğal séçilimiñ güzel bir beñzetimi...

Facebook, Twitter, Google+ gibi toplu sanal ortamlarda, yalñızca kişileriñ arkadaş çevreleri ile bilginiñ yayılması gerçekleşiyor. Semti de bu tür bir ağa beñzetebiliriz. Bir semt düşünelim. Semtiñ sokaklarını, sokaklardaki évleri düşünelim. Évlerdeki gençleriñ, komşu gençlerle tanışıklığı nédeniyle, birçok yapılanıñ nice yayılacağını düşleyiñ. 

Her sokak, içinde évlerden birer ikişer genç barındıran bir ağ gibidir. Sokağıñ geleceğine dair kararlar, sokağıñ gençleri tarafından doğrudan alınabiliyor. Tartışmaları yürütmek için, her toplantıda başkası sorumlu oluyor. Belki de toplantı sonuñda bu kişiniñ kim olacağı bélirleniyor. Kararlar, o sokağıñ kendi karar vérdiği yöntemle bélirleniyor. Belki de, ilk alacakları karar, oylamayı nice yapacaklarıdır. Biri "oy çoğunluğu" olsun derken diğeri "oy birliği" olsun diyebilir. Hatta bir sokakta "yazı tura atalım" bile benimsenebilir!

Sokağıñ herbir genci, doğal olarak başka bir sokaktan bir genci tanıyor. Kendi sokağındaki gelişmeyi, diğer sokaktakine ya da öbür sokaktakine aktarmak için néler olup bittiğini añlatması yéterli. Belki de, alınan kararlar güvenilir bir yöntemle diğer sokaklara bildiriliyordur.

Sokaklardan çıkan kararlar, tüm diğer sokaklarca bilindiğinden, semtiñ ortak kararınıñ né olacağı da bilinecektir. Belki de, sokaklar géñel kararlarıñ nice olacağını da kararlaştırıp, ilk semt kararını bu biçimde vérebilir. Biri "sokaklardan çıkan her géñel karar bir oy sayılsın, oy çoğunluğu hangisindeyse o yürürlüğe girsin" dérken, öteki "sokaklardan çıkan kararlardaki oy sayımı doğrudan diğer sokaklarınkiyle toplansın" da diyebilir. Dahası, biri çıkıp "sokaklardan çıkan her kararı, sokaktaki kişi sayısıyla çarpıp öyle toplayalım (ağırlıklı toplam)" bériki ise "hepsi yazı tura ile olsun" diyebilir!

Ağ örgütlenmesi adını vérebileceğimiz bu düzeneği diğer düzeneklerle karşılaştıralım. 

Örneğin, ordularda dikey örgütlenme dénilen hiyerarşi vardır. Érler, bir çavuşuñ kararlarını uygularken, çavuşlar onbaşınıñ, hede hödönüñ, soñunda da Kuvvet komutanları da Géñel Kurmay'ıñ kararlarını uygular. Géñel Kurmay da nétikm Başbakanlığa bağlıdır.

Bugün Cumhuriyetimiz, Parlementer düzenekle yönetilir, bunuñ diğer adı yatay örgütlenmedir. Séçim bölgeleri, milletvekilleri tarafından temsil édilir. Temsilcileriñ oluşturduğu meclis yasa koyucu érktir. Séçim bölgesi né déñli géñişse, bireyleriñ düşünceleri o déñli zayıflaşır. Bugün parti egemenliği olduğu için, temsilciler kendi bölgelerinden çok partileriniñ géñel başkanlarınıñ kararlarını uygular oldular.

Bir de kargaşık (anarşik) örgütlenme vardır. Bunuñ tanımında uzlaşı bulunmamasına karşın, bir biçimde kuralları önceden bélirlenmemiş bir düzenek olduğu söylenebilir. Ancak, bu düzenek kendiliğinden hiyerarşik bir düzeneğe bile gidebilir! O yüzden bu tür uzlaşık olmayan tanımlara bu yazıda yér vérmeyeceğim ancak çağdaş kargaşacılık añlayışlarından birine örnek olsun diye, ilgili okuyucu Yeşil Kargaşacılığı (Green Anarchism) ya da Dérneşik (Collective) Kargaşacılığı araştırmak isteyebilir. Bilindiği üzere Beşiktaş yandaşlık topluluğu olan ayrık ülküler taşıyan bireylerden oluşan çArşı, Türkiye'deki örgütlenme olarak kargaşacılığıñ éyi bir örneği sayılabilir.

Bu karşılaştırmalar soñucunda, ağ örgütlenmesiniñ yavaş ancak sağlam bir karar düzeneğine sahip olduğunu vurgulamak uygun olur. Nétekim, bu örgütlenmeye eñ yakın örnek başımızıñ içindedir: beynimizdir. Siñir hücreleri, bir tür bireydir ve bu siñirsel bireyler başka bireylerle "kişisel/yérel" ilişkilerle (dentrit-akson bağlantısı) birbiriyle iletişim kurar (siñirsel iletişim maddesi, nörotransmiter madde). Tüm bu bağlantılar, bizim konuşma yéteneğimizi, omurilikten gelen tépkilerimizi, daha da önemlisi kararlarımızı bélirlemektedir. Yalñızca bizim değil, tüm hayvanlarıñ durumu budur. ancak eñ gelişmişi, evrimimiz gereği, bizim beynimizdir.

Sağlıcakla...

3 Ekim 2013 Perşembe

Gézi'den Doğacak Yéñi Ülkü: 90 Kuşağı

Bu, Gézi'den Doğacak Yéñi Ülkü: Giriş yazısınıñ ikincisidir. Üçüncüsü ve dördüncüsü de olacak.

Biraz gérilere gidelim...

Yıl M.Ö. 209.

Bagatur Çanyü (Mete Han), babası Tümen (Teoman) Kağan'a karşı ayaklandı. Bulunduğu konumdan yararlanarak kendine güvenilir bir birlik kurdu. Önce birliğinden her kişiye tek tek kendi hanımını vurdurtmak için buyruk vérdi. Çekinenleri kendisi vurdu. Kalanlara da tek tek eñ sévdiği atını vurmalarını buyurdu. Çekinenleri kendisi vurdu. Soñ kalan çekirdek birlikle babasını hedef gösterdi. Tüm oklar babasına vardı. Çin kaynaklarında Bagatur Çanyü ile kurulan bu boylar birliğiniñ adı Huñnu (Vahşi Köleler) olarak geçer. Birçok kaynakta Xun/Hun adı vérilir. Etnik olarak birçok boydan oluşur. Başındaki Bagatur Çinyü'nüñ etnik kökeni konusunda kesin bilgilerden yoksunuz.

Bilinen ilk askerî darbemiz budur. Nétekim, o dönemde erkekleriñ tümü ya savaşçı ya démirci ya da avcıydı. Bugün bizim Kara Kuvvetleriniñ kuruluş tarihi M.Ö. 209 olarak yazılıdır.

Yıl 552.

Orta Asya'da yayılmış Avar (Türkçe Apar, Çince Juan-juan) Kağanlığı, Altay Dağlarınıñ éteklerinde yaşayan, ya paralı savaşçı ya démirci ya da avcı olarak geçinen, ufak bir boylar birliğinden yardım istemek durumunda kaldı. Boylar birliğiniñ başındaki, Aşina boyundan gelen Bumın Kağan ile İştemi Kağan yardımlarını esirgemediler. Bunuñ karşılığında Bumın Kağan, Avar kağanından kızları arasından bir gelin vérmesini istedi. Avar kağanı, bunu géri çevirmekle kalmayıp, onları "altımızda démircilik yapan köle bir topluluk" diyerek aşağıladı. Bunuñ üzerine boylar, baş kaldırdı. Avar Kağanlığı yıkıldı. Yérine Bumın ve İştemi Kağan tarafından kurulan kağanlığıñ adını Çin kaynakları Tu-kue (miğfer) olarak yazmaktadır. Orkun yazıtlarında Türük Bodun (düzenli boylar) diye geçer.

Bu bilinen ilk halk ayaklanmamızdır. Boylar kendi içinde érkin olmanıñ yanında, baskıcı olmayan bir yönetim altında Karadeñizden Büyük Deñiz'e dék büyük bir birlik (konfederasyon) kurdu. Çinlileriñ oyunları, boylarıñ dağılmasını kolaylaştırsa da Gök Türkler'den gelen bu yönetim añlayışı, kağanlığıñ önemli etnik topluluğu olan Oğuzlar'da kalacak, Selçuklular'da gelişecek, né yazık ki Osmanlılar'da sönümlenecek, ancak soñunda Atatürk döneminde yeşerip Cumhuriyeti getirecekti. İşte 90 kuşağı bu Cumhuriyet'iñ geç de olsa ortaya çıkan ilk ürünü olacaktı.

Yıl 1453.

11 yıllık dağılma ve birleşmelerle geçen Fetret döneminden soñra, İstanbul'da soñ kalan Bizans kalesi de Osmanlı topraklarına katıldı. Baskıcılık arttı. Bizans'ıñ içindeki aydıñlar Avrupa'ya kaçtı. Ötekileştirilen ve sürekli başkaldıran Türkmenler, fermanlarla kılıçtan geçirildi. Esir alınan Türkmen askerleri her durakta 100'erli olarak kamunuñ gözü önünde uruldu. Osmanlı Devleti añlayış değiştirmişti. Selçuklu'dan dağılan boyları toparlamaktan ötesine geçmiş, artık İslâm adına "fetih" gerçekleştirmeye kaymıştı. Türkmenler, Abdallar, Kızılbaşlar karşılarında Osmanlı Devleti'niñ kanatları altına giren birtakım tarikatleri, kimi Yörük boylarını bulmuşlardı. Osmanlı baskıcı olmayı arttırdıkça, ötekileştirilen kesim Aleviliği, Bektaşîliği ve Şiiliği daha çok benimsedi. Savaşı Osmanlı kazandı. Artık Osmanlı, Selçuklularıñ hoşgörü geleneğini, Göktürkleriñ yönetim añlayışını tümüyle yitirmişti. Bu ayrıştırıcı durum, Türkiye Cumhuriyeti'nde de kendini Alevî-Sunnî çatışmasında kendini sürdürecekti.

Yıl 1789.

Avrupa'da tüccarlarıñ kentlerde sağladığı ekonomik olanaklar, bir kentli (burjuva) sınıfı yaratmıştı. Halk ile Aristokrasi arasındaki ekonomik uçurumuñ sonucu, Fransa'da ayaklanan halk, Aristokrasiden bunalmış kentlileriñ baş kaldırmasıyla, Kral ve Kraliçe'yi astı. Yıllarca Fransa'da halkıñ bir tür katılımıyla yönetilen Cumhuriyet yeñiden ve yeñiden ilân édildi, ta ki kararlı bir yapı oluşana dék.

Osmanlı bundan aşırı étkilendi. Osmanlı'da çatlak sesler yükseldi. Ancak Osmanlı Devleti kimi önlemler almıştı. Avrupa'ya göre halk bir bakıma daha özgürdü, daha geçimliydi.

Yıl 1867.

Fransız halk ayaklanmasından soñra, kentlileriñ devlet yönetimini tüccarlarıñ işlerine dayandırması soñucu, işçileriñ ezilmesi ve artı değeriñ belli bir yérde toplanması (bu kéz tüccarlarda), kentlileri bir daha çözüm bulmaya yöneltti. Karl Marx önderliğinde kentli bu kéz yiñe bir ayaklanma başlattı, bu kéz düşünseldi. 19.yy'ıñ soñunda ve 20. yy'da Lenin gibileri halkı arkasına alarak yönetimi işçileriñ eline vérecekti. Ancak geçim sıkıntısı işçi üstünlüğünü bitirecekti. Anapara üstünlüğüne karşı geliştirilen İşçi üstünlüğü, eksik bir çözüm olmuştu. Belki de daha geñiş bir kitleye gerek vardı.

Osmanlı bundan da étkilendi. Komünizm akımları aydıñlar ve subaylar arasında yaygınlaşıyordu. Sürülmeler, idamlar siyâsette de baş gösterdi.

Yıl 1914.

Sanayiyi geliştiren ülkeler arasında paylaşım savaşı patlak vérdi. Osmanlı Devleti toprakları, anaparanıñ hiç girmediği "makine yağı görmemiş" vérimli büyük bir alañdı.

Yıl 1919.

Savaşıñ eñ çok paylaşıma giren coğrafyasınıñ ortasında savaşta yeñilen tarafa dahil olan Anadolu halkı, baş kaldırdı. Atatürk önderliğinde 1923'te Cumhuriyet ilân édildi. Birkaç yıl soñra bir dizi yeñilik ile büyük bir atılım gerçekleşti. Osmanlı'dan iz kalmasın diye çaba harcandı. Devlet değişiyordu, ancak tümüyle değişemedi.

Yıl 1942.

Anaparanıñ érk olduğu ülkeler sömürge avlamaya başladı. Bilimi, savaş için geliştiren ülkeler insanlığıñ eñ utanç vérici savaşını gerçekleştirdi. Savaş istenilen biçimde bitmediği için daha soñrasında Soğuk Savaş olacaktı. Körfez Savaşı çıkacak; Mısır, İsrail, Bosna-Hersek, Afganistan ve birçok Afrika ülkesi karışacaktı. Yiñe de yétmeyecekti.

Genç Cumhuriyet ise, Atatürk'üñ ölmeden önce uyarısı üzerine savaşa girmedi. Ancak bunuñ karşılığını ağır ödeyecekti.

Yıl 1957.

Amerika Türkiye'ye sızdı. Ordu baştan soña değişmeye başladı. NATO, Türk ordusunu da yanına alarak Kore'ye gitti. Menderes Hükümeti, büyük ısrarları soñucu NATO'ya üye oldu. Nétekim, değişen Türk ordusu, NATO ve Amerika'nıñ véreceği birçok görevden ilkini başarıyla tamamlamıştı. Gençler tépki gösterdi.

Yıl 1960.

Gençler sokaklara inmişti. Türk Ordusu, bundan yararlanıp yönetime él koydu. Cunta içindeki Madanoğlu ile Türkeş sürtüşmesinde Türkeş kazandı. Başbakan asıldı. 

O dönemde çocuk olanlar, daha dün gerçekleşmiş İkinci Dünya Savaşını tarih derslerinde okuyordu.

Yıl 1972.

Gençler yiñe sokaklara inmişti, bu kéz birbirine saldırmaya başlamıştı. Türk Ordusu, siyâsete fiilen yön vérdi. Üç genç asıldı. Bu dönemiñ gençleri, iki darbe atlatmıştı. Tüm dünya çalkalanıyordu ve gençler kendi yurtları için bir şeyler yapma peşindeydi ancak silahlı çatışmalar, silahlı éylemler de baş göstermişti. Türk Solu'ndan ayrılan kendisine PKK (Kürdistan İşçi Partisi) diyen bir kesim, ileride bitmek bilmeyen bir kan davasına başlayacaktı.

Yıl 1980.

Gençler yiñe sokaktaydı. Her gün aşağı yukarı yirmi genç ölüyordu. Dışarıdan gelen bir sürü kışkırtıcı, Türk Ordu'sunuñ yönetime él koymasıyla bir ânda sokaklardan çekilivérdi ve gençleriñ ölümü durdu. Üçüncü darbeyi, işkenceleri, sindirmeleri, siyâsî ve diplomatik pislikleri gören bu kuşak; kendi çocukları olunca onları éylemden uzak tutmak istedi. İşlerine güçlerine bakmalarını öğütledi. Herkes ya doktor ya mühendis olmalıydı, siyasete bulaşmamalıydı. 

Bu dönemde çocuk olan 1980+ doğumlular; istikrarsızlıklarla, tehtidlerle, suikastlerle dolu bir dünyada büyüdü. Siyâsete girecek, ülküler peşinde koşacak yürekleri olmadı, uzaktan siyâset yaptılar. Her tartışmalarında ülke kurup ülke yıkarlardı, ancak iş éyleme gelince kimse ortada yoktu. Ana babaları, "oğlum karışma, kızım bulaşma" diyen 1970'i gören kuşaktı. Buna karşın, dağlarda iç ve dış desteklerle silahlanan eşkıyalık yapan PKK terör örgütü, kanlı éylemlere imza atıyordu.

Yıl 1990.

Bu dönemde doğmaya başlayanlar, suikastler, katliamlar olduğunda daha emekleme çağındaydı. Ancak bir yandan Avrupa'nıñ ve Amerika'nıñ barışçıl bilimcileri, kendi arasında iletişimi sağlamak amacıyla buluşlanan Geñel Ağ'ı (internet) kamu kullanımına açtı. Bilgisayarlar, hızlıca gelişme çağına girdi; yakında her evde bir bilgisayar olması olağanlaşacaktı.

Diğer yandan, katliamlar, işkenceler, terör éylemleri, şehitler, suikastler, diri diri yakılan aydıñlar, Devlet içinde tünekleyen kötü niyetli éller, "modern" darbe girişimleri gibi olaylar oluyordu. Bu günleri yaşarken, 1990+ doğumlular ise henüz yatmadan önce süt içiyordu.

Yıl 2002.

Geçim sıkıntıları vardı. Anapara sürekli él değiştiriyordu. Yeşil anapara ile Ulusalcı anapara karşı karşıyaydı. Soñuçta Yeşil anapara kazandı.

Bir yandan yarıda kalan İkinci Dünya savaşınıñ, soğuk savaş dönemlerinde yapılamayan devamına, bu yıllarda yeñiden başlandı. Arap Baharı ortaya çıktı. Kuzey Afrika'nıñ eñ batısından eñ doğusuna, oradan kuzeydeki Suriye'ye yayılması, ardından Rusya'yı arkasına alan Esad'ıñ Tükiyer ile karşısında Amerkia'yı arkasına alan Özgür Suriye Ordusu ve El-Kaide bağlantılı örgütleriñ kapışması; Üçüncü Dünya Savaşınıñ sanki küçük bir deñemesiydi. Türkiye halkı bundan aşırı étkilendi. Hükümet, parti devletini kurmaya çoktan başlamış, Amerika'nıñ diplomatik uygulayıcısı olmaya başlamıştı. Savaş çığırtkanları açık açık çığırıyordu.

Bu dönemde ergenliğini yaşayan 1990+ doğumlular, bir süre oldukça barışçıl bir dünyada yaşadılar. Ana babaları, onları siyasî tartışmalara sokmadı. Ev içinde siyaset sansürlendi. Onlar ise kendilerini geñel ağa vérdi, toplu paylaşım yérliklerinde kişilik oluşturmaya başladı. 1980+ kuşağınıñ interneti IRC üzerinden kimliksiz/adsız olarak kullanmasınıñ tersine, onlar Hi5, Facebook, Twitter gibi yérliklerde kendi adlarıyla sanal dünyada var oldular. Geleceğiñ siyaseti olarak "Gaia" tasarısı ortaya atıldı.

Ailelerinden siyasî yönlendirme görmeyen, apolitik yetiştirilmek istenen, derslerine odaklanıp doktor veya mühendis olsun diye ittirilen, telefondan veya geñel ağdan başını kaldırmayan gençler, kendi duyarlılıklarını ve barışçıl duruşlarını oluşturdu. Nétekim, bulundukları her yérde konutlar yapılıyordu, her yér çok katlı yapılarla dolduruldu. Küçükken top oynadıkları azıcık çimlik alañlar artık hiç yoktu. Doğaya aç kalmış, hormonlu tavuklarla, GDO'larla beslenmeye itilmiş, plastik dışında pék bir şeye dokunamamış bu gençler, uslarında doğaséverliği ayakları yére basar bir biçime soktu. Green Peace gibi örgütler Türkiye'de éylemlerini ve varlıklarını arttırdı.

Yıl 2013.

Taksim'deki Gézi Parkı'nda ağaçlar kesilmek istendi. Buna direnen tümüyle barışçıl olan gösterilere, polisleşmiş ve partileşmiş devlet ilk yumruğunu vurdu. Gérisini ise biliyorsuñuz (bkz: Uluslararası Af Örgütü Gézi Raporu).


 
İşte 90 kuşağınıñ gelişimi...

 

Kaynakça.

[1] Thomas Barfield (1989). The Perilous Frontier. Cambridge, MA: Basil Blackwell.
[2] Nicola Di Cosmo (2002). Ancient China and its Enemies: The Rise of Nomadic Power in East Asian History. Cambridge University Press.

[3] "Bilge Kagan ile Kül Tégin yazıtları": Talat Tekin (2008). Orhon Yazıtları. TDK yayınları.
[4] Kara Kuvvetleri yérliğindeki tarihçe.
[5] "Yusuf Has Hacib'iñ Kutadgu Bilig yapıtı": Reşit Rahmeti Arat (2008). Kutadgu Bilig. Kabalcı yayınları.
[6] Önder Güngör (2000). Gelasius'uñ Kılıçları, Dünden Bugüne Din-Siyaset-İktidar Çatışması. Sarmal yayınları.
[7] "Osmanlı Resmî Tarihi": İsmet Parmaksızoğlu (1992). Hoca Şemseddin Efendi, Tacüt Tevarih. Kültür Bakanlığı yayınları.
[8] Çetin Yetkin (2010). Türkiye'de Askerî Darbeler ve Amerika. Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdaafa-i Hukuk yayınları.
[9] Hakan Yılmaz (2000). Tarih Boyunca İhtilaller ve Darbeler. Timaş yayınları.
[10] Johnny Ryan (2013). The History of the Internet and the Digital Future. Reaktion Books.
[11] John Naughton (2012). From Gutenberg to Zuckerberg: What You Really Need to Know About the Internet. Quercus.
[12] İlber Ortaylı (2012). Türkiye'niñ Yakın Tarihi. Timaş yayınları.

1 Ekim 2013 Salı

Éylemsizlik İlkesi ile Hamilton İlkesi

Esenlikler,

Bu değişik yazıda, Doğa'nıñ iki ilkesini kafa kafaya çarpıştıracağız. Biri Galilei'iñ gözlemlere dayanarak ortaya çıkardığı, klasik doğabiliminiñ tabanını oluşturan éylemsizlik ilkesi; diğeri ise Hamilton'uñ doğayı sağlam bir añlayışa oturtmak için ortaya koyduğu azrı (eñ az) éylem ilkesi. İkisi de éylem dénen kavramla ilgili ilkeler. Tabi burada éylem dérken doğadaki nesneleriñ ölçülebilir hareketinden söz édiyoruz, yoksa oturma éylemi, Gézi Parkı éylemi vs. değil!

Yazınıñ soñunu şimdiden söylemek, okuyucuya né tür bir duygu uyandırıyor bilmiyorum, ancak yazar açısından çok eğlenceli gerçekten. O yüzden kendimi tutmayıp söylüyorum: yazınıñ soñunda azrı éylem ilkesiniñ, éylemsizlik ilkesi üzerine bir geñelleme olduğunu göreceğiz. Dahası, bu iki ilkeniñ de doğanıñ eñ doğal ilkelerinden olduklarını açıklığa kavuşturacağız. Démek istediğim, bu ilkeleriñ tersini düşünmeniñ tümüyle çelişkili olacağına gerçekten iknâ olacağız.

Yazıda matematiksel ifâdeler kullanmaktan çekinmeyeceğim, ancak kullanacağım matematik sıfır düzeyde olacak: toplama, çarpma.
 

Éylem nédir?

Güzel soru gerçekten. Nétekim, bunu sağlam, iyi tanımlanmış doğacıl (fiziksel) bir nicelik olarak bétimlemek gerekir. Hız gibi, ivme gibi, érk (enerji) gibi iyi tanımlı olmalıdır. Alman matematikçi Gaus (Gauß diye yazılır), İngiliz matematikçi Hamilton, Fransız matematikçiler Lagranj (Lagrange) ve Mopörtvi (Maupertuis), özünde tam olarak bunu yapmışlardır. Ancak éylemiñ gerçek bir tanımını, o güne dék yapan da çıkmış sayılmaz.

Ben şimdi bu saydığım bilimcilerden önce yaşayan bir doğabilimci gibi düşünüp, bu 18.-19. yüzyıl bilimcileriniñ değil de Galileo'nuñ kurduğu kavramlar üzerine éylemi tanımlama girişiminde bulunacağım. Bunu tabi ki, bugünkü bildiklerimiziñ sağladığı bakış açısıyla yapacağım, yoksa gerçekten o günlerde yaşasaydım usuma bile gelmezdi.

Galieo Galilei, 1632'de İtalyanca olarak yayınladığı "İki Başlıca Dünya Dizgesi Üzerine Tartışmalar [Dialogo sopra i due massimi sistemi del mondo]" adlı yapıtında nesneleriñ birbirine göre éylemsiz oldukları durumlarda hangisiniñ gerçekten hareket éttiğiniñ bilinemeyeceğini yazmıştır. Buna bugün görelilik ilkesi déniyor. Bu ilke kısaca, doğa yasalarınıñ birbirine göre éylemsiz gözlemciler için değişmez olduğunu, daha doğrusu doğa yasalarınıñ herkes için aynı olduğunu söylemektedir. Burada éylemi tanımlamadığımız için éylemsiz gözlemciden de bir halt añlaşılmaz. Bu nédenle, öyle bir tanım ortaya koymalıyız ki o tanım çerçevesinde değerlendirilen iki gözlemci aynı déñeyleri yaptığında aynı ilişkileri bulsunlar.

Galilei, bunu gémi örnekleriyle yapmıştır. Bugün gémileriñ sandığı gibi éylemsiz olmadığını artık biliyoruz. Ancak bir ân için bilmediğimizi düşünelim. İki géminiñ penceresiz iç odalarında bulunan iki deñeyci éle alalım. Bunlar dışarıyı göremedikleri için kendi gémileriniñ hareket édip étmediğini bilemiyorlar doğal olarak. Daha önce belli bir déñeyi yapmak için aralarında añlaşmış olsunlar. Örneğin, odanıñ tavanından nesneler bırakılsın ve hareketsizken düşecekleri noktadan né deñli saptığı ölçülsün.

Yapılan déñeylerde iki gözlemci de kendileriniñ hareketsiz olduklarını savunacaktır, hem de biri limanda durup, diğeri de sabit yélde yélkenler fora iken! Bunuñ nédeni, o dönemde yapılan gözlemiñ, gémiler arasındaki ortalama hıza bağlı olduğudur. Yoksa anlık hızlara bakacak olursak, ufak da olsa yéliñ hızı, géminiñ hızını étkileyecektir. Her şey güzel, éyi de; "birbirine göre éylemsiz" né demek?

Şimdi geometriye başvuralım. 


Éylemsizlik nédir?

Bir gözlemci, herhangi bir nesneniñ konumunu $x(t)$ ile işaretlesin. Burada $t$ simgesi, zaman içdeğişkenini bétimliyor: Her $t$ ânı için nesneniñ nerede olduğu $x(t)$ sayısı ile bélirlenir. Bu $x(t)$ sayısı bir gönderme olarak görülürse, onu $t$ 'niñ üsleri biçiminde yazabiliriz: $$x(t) = a_0 + a_1 t + a_2 t^2 + ...$$ Bu polinom soñsuza dék sürüyor da olabilir (bkz: Taylor açılımı). Ancak biz doğanıñ eñ yalıñ biçimde davrandığını varsayalım. O halde $t$ 'ye bağlı eñ küçük parça $x(t) = a_0 + a_1 t$ olduğunu görürüz. Bu, özünde $t^2$ değeriniñ sıfıra çok yakın olduğundan tüm diğer terimleriñ ihmâl edilebilir olduğunu söylemeniñ başka bir yoludur. Yalıñlık olsun diye $x(t) = \tau + w t$ olacak şekilde adlandıralım katsayıları.

Şimdi gözlenen nesneniñ konumundaki bir değişime odaklanalım. Bu değişim, $x(t_1)$ konumundan $x(t_2)$ konumuna olan bir gidiş olsun.  Bu iki konumuñ farkını
\[\Delta x \equiv x(t_2) - x(t_1)\]
olarak bélirtelim. Aynısını zaman için de düşünebiliriz: $\Delta t = t_2 - t_1$. Bu durumda, iki değişimiñ oranınıñ, $$\frac{\Delta x}{\Delta t} = w$$ olduğunu görürüz, bu bildiğiñiz ortalama hız! Bir kéz daha bu ifâdeniñ değişiminiñ zaman değişimine göre oranını uygularsak, $$\frac{\Delta^2 x}{\Delta t^2} = 0$$ olduğunu kolaylıkla görebiliriz. Dikkat édilirse $t^2$ yi ihmâl éttiğimizde $x(t)$ niñ değişiminiñ değişimi sıfır oluyor. Burada $$t \mapsto at + b$$ şeklinde bir dönüşüm yaparsak, "değişiminiñ değişimi" ifâdesiniñ yiñe sıfır kaldığını görürüz. İşte bu dönüşüme doğrusalcı dönüşüm dénir, bu dönüşüme göre değişmeyen harekete ise doğrusalcı hareket dénir. Bu, gerçekten de o nesneniñ doğrusal hareketini betimler çünkü bu deñlemi çözmeye kalkarsañız, $x(t) = a_0 + a_1 t$ biçiminde bir çözüm élde édersiñiz! Bu da bize bir éylemsizlik tanımı sağlar:
Éylemsizlik. Hareket deñlemleri, $t \mapsto at+b$ biçimindeki doğrusalcı dönüşüm altında değişmez kalıyorsa, o nesne éylemsizdir.
Ancak bu bize hâla éylemi tanımlamadı, yalñızca éylemsizliği tanımladı! Daha dikkatli bakarsak, deñlemiñ sağ yanında "0" olmasaydı, deñlemler doğrusalcı dönüşümler altında değişmez kalmayacaktı. Daha açık olarak söylersek, deñlemiñ sağ yanında bir ifâde olması durumu için $$\frac{\Delta^2 x}{\Delta t^2} = F ( t)$$ deñlemi daha geñel bir bétimlemedir. Burada bilerek $F(t)$ ile gösterilen gönderme, nesneniñ doğrusalcı hareketini bozan tüm étkileşimleri içerir. Bu nicelik, ilk başta vérdiğimiz $x(t)$ niceliğiniñ t^2 veya daha yüksek üslere geñelleşmiş biçimine izin vérir. İngiliz bilimci Niuton (Newton), bu niceliğiñ "kuvvet bölü kütle" olduğunu ortaya koymuştur. Ancak bizim için şimdilik éylemiñ kaynağı dénmesi yéterlidir. 


İşte éylem!

Démin bir nesneden söz éttik, ancak birden çok nesne olabileceği gibi birden çok boyut da olabilir. Bu durumda $x(t)$ yérine $x(t)$, $y(t)$, $z(t)$ hatta daha çoğunu bétimlemek üzere $\vec{r}(t)$ simgesini kullanacağım. Üzerindeki ok simgesi, onuñ yönlü (vektör) olduğunu bélirtiyor. Ayrıca $i=1,2, \ldots, n$ nesneleriñ adı olmak üzere, $\vec{r}_i (t)$ her bir nesneyi betimlemiş olur. Bu durumda, éylem déñlemimiz, $$\frac{\Delta^2 \vec{r}_i}{\Delta t^2} = \vec{F}_i (t)$$ biçimine varır. Dikkat éderseñiz, her nesne için, üç boyut olduğundan, üç tane deñlemimiz var, kısaca 3n tane deñlemiñ her birini $i$ ve yönlerden biri ile bélirtmiş oluyoruz.


Tam bu noktada $\vec{F}_i$ denen niceliği, tek bir geñel nicelikten türetebilmemiz gerekir çünkü burada bir $i$ takma adı var, oysa éylem dédiğiñ tüm étkileşimleri ve hareketleri bétimleyecekse, her nesneye özgü olmamalı, tümünü kapsamalı. Bir $U(x,t)$ göndermesi düşünelim. Bunuñ yalñızca bélli bir $i$ için olan $\Delta \vec{r}$ değişimine göre değişen bölümüne $\vec{F}_i$ diyelim. Démek istediğim, $\Delta U$ değişiminiñ $\Delta \vec{r}_i$ değişimine oranınıñ yalñızca $\vec{r}_i$ içeren bölümüne $\vec{F}_i$ diyelim. Bunu añlatmak için $\Delta$ yérine $\partial$ simgesi kullanılsın. Soñuçta aşağıdaki ifâde her zaman doğru olacaktır:$$\begin{array}{rcl} \Delta U &=& \sum_i \frac{\partial U}{\partial \vec{r}_i} \cdot \Delta \vec{r}_i \\ &=& \frac{\partial U}{\partial x_1} \Delta x_1 + \frac{\partial U}{\partial y_1} \Delta y_1 + \cdots + \frac{\partial U}{\partial z_n} \Delta z_n \end{array}$$ Burada kısaltma olsun diye, ilk dizedeki $\sum_i$ simgesi, tüm nesneler için sağındaki ifâdeniñ toplanacağını söylerken, $\cdot$ simgesi de iki yönlünüñ yalñızca aynı yönlerdeki çarpımını bétimlemek için kullanılmıştır ($\vec{a} \cdot \vec{b} = a_x b_x + a_y b_y + a_z b_z $ gibi). Ayrıca burada yönlünüñ bölüm olarak yazılmasınıñ simgesel olduğunu söylemekte yarar görüyorum, yoksa yönlüyü değil o yöndeki bileşenini bölüyoruz!


İşte, $\vec{F}_i$ diye $\frac{\partial U}{\partial \vec{r}_i}$ olsun. Amacımız, bu biçimde bir işlev görece bir $U$ göndermesi bulabilmek! Böyle bir $U(\vec{r}_i, t)$ göndermesi, herhangi bir şey olabilir mi? Yoksa bélli ölçütleri mi vardır? Bu tür soruları yanıtlamadan önce $U$ 'yu kullanarak éylemi tanımlayabileceğimizi görelim.

Daha önce bulmuş olduğumuz éylem déñleminiñ her yanını $\Delta \vec{r}_i$ ile çarpalım (ayrıca $F$ yi de yérine yazalım): $$\frac{\Delta^2 \vec{r}_i}{\Delta t^2} \cdot \Delta \vec{r}_i - \frac{\partial U}{\partial \vec{r}_i}\cdot \Delta \vec{r}_i =0$$ Şimdi, burada n tane déñlemimiz var. Bunları alt alta yazıp topladığımızı düşünelim: $$\sum_i \left[ \frac{\Delta^2 \vec{r}_i}{\Delta t^2} \cdot \Delta \vec{r}_i - \frac{\partial U}{\partial \vec{r}_i} \cdot \Delta \vec{r}_i \right]= 0$$ Burada ikinci terim, doğrudan $\Delta U$ oluverir! İlk terimi de biraz düzenlerseñiz $\frac12 \Delta \left( \frac{\Delta \vec{r}_i}{\Delta t} \cdot \frac{\Delta \vec{r}_i}{\Delta t}\right)$ olduğunu görebilirsiñiz (burası ilgili okuyucuya alıştırma olsun). Bu durumda $$\Delta \left( \frac12 \sum_i \frac{\Delta \vec{r}_i}{\Delta t} \cdot \frac{\Delta \vec{r}_i}{\Delta t} - U \right) = 0$$ diye bir soñuca ulaşılır. Burada éylemiñ aşağıdaki gibi tanımlanabildiğini düşünebiliriz:
Galilei éylemi. Yalıtılmış bir bölgede bulunan nesneleriñ (Galilei bakışı) éylemi, $T_i=\frac12 |\vec{v}_i|^2$ doğrusalcı éylem, $U$ doğrusalcı olmayan éylem ve $v_i$ herbiriniñ hızları olmak üzere, $$L_G \equiv (\Sigma_i T_i ) - U$$ biçiminde tanımlanır.
Burada gerçekten $\frac{\Delta L_G}{\Delta \vec{r}_i} = 0$ alınırsa, yukarıdaki éylem déñlemlerini élde éderiz. Ayrıca, $U=$sabit durumunda ise doğrudan ilk (F siz) déñlemimizi élde éderiz! İşte bu bize éylemsizlik ilkesini vérir: $U$ sabit ise nesneler éylemsizdir, değilse éylemlidir ve éyleminiñ nasıl bulunacağı da béllidir!

İşte buna Galilei tarzında azrı éylem ilkesi diyebiliriz.

Çünkü Hamilton'uñ éylem tanımı aşağıdaki gibi olup: $$S = \int_{t_1}^{t_2} L (\vec{r}_i, \vec{v}_i; t) dt$$ buradaki $L$ göndermesi Lagranj tarafından $$L \equiv T - U$$ olarak verilir. Hamilton, azrı (eñ az) éylem ilkesini ise $$\frac{\delta S}{\delta \vec{r}_i}=0$$ olarak ifâde éder. Buradaki $\delta$ simgesi, değişimiñ ötesinde her türlü farkı ya da türleşimi bétimler çünkü $S$ bir fönderme değildir, bir sayıdır ancak içinde bir göndermeniñ her değeri üzerinden toplama bulunur. Bu çözüldüğünde ise Öyler (Euler) ile Lagranj'ıñ bulduğu deñlemlere varılır, tıpkı yukarıdaki gibi. Öyler, éylem déñlemlerini yalñızca geometrik olarak eñ kısa yolu giden nesneler için bulabilmişti, Lagranj bunu doğabilimcil gözle yéniden yapmış, Hamilton da géñelleyip temel bir ilkeye ulaşmıştır. İşte bu yazıda da bu yolu Galilei dönemine uygun olarak yapmaya çalıştık.


Ya ilke yañlışsa?

Kişi, ilk başta "hadi oradan len!" diyebilir. Ancak, bunu bile ciddiyetle éle alıp, ona göre éyi bir yanıt vérebilmeliyiz. Yoksa bu ilkeniñ hakkını vérmiş sayılmayız. 

Bir ân için gerçekten éylemsizlik ilkesiniñ ya da azrı éylem ilkesiniñ yañlış olduğunu varsayalım. Eñ azından ilk başta, éylemsizlik ilkesi, kendisi üzerine felsefe patlatmak için daha yalıñ/açık görünüyor. Kişiniñ usuna "Bir nesne, üzerinde bir étkileşim yoksa, né diye hızını korusun ki?" ya da "Bir nesne, doğrusalcı olunca néden éylemsiz sayılsın ki?" sorusu gelebilir. Bu sorunuñ tersi daha doğrudur: "Bir nesne, durduk yére hızını (doğrusalcılığını) néden değiştirsin ki?"

Yazınıñ başında zaten doğrusalcı dönüşümler altında değişmez kalan durumuñ hızını koruyan durum olduğunu görmüştük: $$\frac{\Delta}{\Delta t} \left( \frac{\Delta \vec{r}}{\Delta t} \right) = 0 \, \Rightarrow \, \vec{r} = \vec{r}_0 + \vec{v} t$$ Déme ki, fazladan étkileşim, doğrusalcılığı bozacak. Bozacak da, soñuçta neden doğrusalcı değişmezliği éylemsizlik olarak tanımlıyoruz? Soru özünde budur.

Bu soruları yanıtlamak için öncelikle duran bir nesne ele alalım. Biz bir gözlemciyiz ve nesne de yalñızca duruyor olsun. Şimdi başka bir gözlemci düşünelim, o duran nesneyi, o gözlemci nasıl görür? İkinci gözlemci ile birinci gözlemci birbirlerine göre ayrı hızlarda ise, ikinci gözlemci duran nesneyi kendi çerçevesinde duruyor olarak görmeyecektir. İvmeleri olan gözlemciler ise, arada bir ayrım gözlerler. İvmeleri ayrı ise (örneğin birinci gözlemci ikincisini ivmeli gidiyor olarak görüyorsa), duran nesne, diğer gözlemci tarafından hiçbir zaman duruyor ya da sabit hızla gidiyor olarak görülemez, sanki nesne sürekli hızını değiştiriyor gibi görür. Ancak ve ancak aynı ivmedeyse, nesneyi duruyor ya da sabit hızla gidiyor görür. Bu ayrım, özünde görelilikteki eşdeğerlik ilkesine deñ geliyor (ancak buna bu yazıda girmeyeceğim).

Soñuç.

Bélli ki, Hamilton azrı éylem ilkesi, Galilei tarafından daha kısıtlı olarak ($U=$sabit) düşünülmüştür. Galilei döneminde soñsuz küçükleriñ hesabı olmadığı için biz de buna uygun olarak işlemlerimizi yaptık. Niuton döneminde (kendisi ve Libniz -Leibniz-tarafından) soñsuz küçükler hesabı bulunmuş, böylece Niuton deñlemleri yazılabilmiştir. Ardından da azrı éylem ilkesi geliştirilmiştir. Bugün bu ilke Çağdaş Doğabiliminde de olduğu gibi kullanılır. Ancak niceli (quantum) kütleçekim kuramlarına ulaşmak için bu ilkeyi daha da géñelleştirmek gerektiği düşünülür. Nétekim, Faynman (Feynman) bu amaçla iz tümlevini (path integral) bulmuş, niceli alañ kuramını bu biçimde bétimleyebilmiştir. Ancak kütleçekimiñ niceli kuramında bu yöntem de işe yaramamış, herkesi olduğu gibi onu da yüz üstü bırakmıştır. İleride bir kişi daha geñel bir yöntem bulup kütleçekimini nicelileştirdiğinde nerede eksik düşündüğümüzü o zaman göreceğiz.

Soñuç olarak éylemsizlik, "nesneleriñ éylemlerini durduk yére bir néden olmaksızın  değiştiremeyeceklerini" bildirir, bunu doğrudan azrı éylem ilkesiyle de görebiliriz. Daha ayrıntılı bir déyişle éylemsizlik, birbirine göre doğrusalcı hareket éden gözlemcilerden éñ az biriniñ o nesneyi durgun görmesi durumudur. Birbirine göre éylemsiz gözlemciler ise ancak ve ancak aynı ivmeye sahip olanlar olabilir. Aynştayn'ıñ (Einstein) géñel görelilik kuramında, éylemsizliğiñ ivmeli durumlara da géñelleştirildiğini ancak bu ivmeniñ yalñızca kütle çekim kaynaklı olabileceğini söylemeliyim. Diğer her türlü ivme, éylemli sayılacaktır. Kısaca kütle çekimi, géñel görelilikte bir "kuvvet" sayılmıyor, doğrudan éylemsizliğiñ kapsamına giriyor.